Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başkan Obama, Türkiye’nin Batı yanlısı dış politikasındaki değişikliğin faturasını Avrupa’ya çıkardı. İtalyan Corriere della Sera gazetesine verdiği demeçte, “Avrupa Türkiye’ye sırt çevirdikçe, Ankara’nın kendisine yeni müttefikler aramaya başlamasının normal olduğunu” söyledi.
Türkiye’de benzeri bir anlayışın geliştiğini görüyoruz. AB’den gelen çatlak sesler karşısında bunun da doğal olduğunu düşünüyoruz. Ancak dış politikada hissiyat ile gerçekleri birbirine karıştırmanın sakıncalarını da özellikle bugünlerde canlı bir şekilde görüyoruz.
Bu sadece Türkiye için değil, AB için de öyle. Vasat Avrupalının sırtından oy avlayan politikacıların Türkiye konusundaki popülist eğilimleri de zaten ayyuka çıktı.
Fakat günün sonunda, gelecekte olanları tayin edecek olan bu değildir. Her zamanki gibi, geleceği tayin edecek olan temel faktör, siyasi ve ekonomik dengelerin kürsel ölçekte alacağı beklenmedik yönlerdir.

Multirealizm ya da çok taraflılık
Örneğin, hiç beklemediği bir ekonomik çöküntü yaşayan Avrupa, ekonomisi giderek büyüyen Türkiye’ye artık daha olumlu bakma zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Bu ırkçı Avrupalıların da hazmetmeleri gereken bir gerçektir.
Tabii ki, Türkiye için de durum farklı değil. Yaygın Batı aleyhtarlığına rağmen, Türkiye’nin Batılı oluşumlar içinde yer almaktan başka bir çaresi yoktur.
Özetle, “Türkiye’yi kaybetmek” Batı için ne kadar “felaket” olursa, “Batı’yı kaybetmek” de Türkiye için, özellikle de mevcut küresel dengeler açısından, o kadar “felaket” olur.
Türk dış politikasının önemli bir özelliği, ülkenin tehlikeli jeostratejik konumu nedeniyle “multilateralizm”i, yani “çok taraflılığı” her zaman tercih etmiş olmasıdır. Bu nedenle de BM’den Avrupa Konseyi’ne, NATO’dan AGİT’te üye olmak için çabalamış ve başarılı olmuştur.
Aynı “multilateralist” eğilimi bugün AKP iktidarının Balkanlarla Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı çok taraflı beraberliklerde de görüyoruz.
Bu açıdan bakıldığında, AKP iktidarının izlediği yolda öz itibariyle yeni bir şey yok.
AKP’nin bu çabalarında ne kadar başarılı olacağını tabii ki zaman gösterecek. Fakat Türkiye’nin Batı ile var olan kurumsallaşmış çok taraflı beraberliklerinin yerine geçebilecek oluşumlar henüz görünürde yok. Bunları oluşturmak ise sanılandan çok daha güç.

Arap Birliği ve İKÖ etkisiz
Kolay olsaydı, bölgedeki Arap ülkeleri bunu kendi aralarında çoktan başarmış olurlardı. Bazılarının aklına merkezi Kahire’de olan Arap Birliği gelebilir. Ama bu birliğin ne denli etkisiz bir oluşum olduğu ortada. Ayni şeyi İslam Örgütü Teşkilatı (İKÖ) için söylemek de mümkün.
Özetle bugüne kadar ne bir Ortadoğu NATO’su, ne bir Ortadoğu AB’si, ne bir Ortadoğu Avrupa Konseyi, ne de bir Ortadoğu AGİT’i kurulabilmiştir. AKP iktidarının bu yönde emelleri varsa ki bazıları olduğunu söylüyor, o zaman bu emellerin boş çıkması olasılığı da yüksektir.
Balkanlara gelince orada da durum yakın geçmişe kadar farklı değildi. Balkan ülkelerinin AB üyeliği hevesi de zaten bundan kaynaklanıyor. Artık AB’den kendilerine akacak para kalmadıysa bile, bu üyeliği siyasi nedenlerle benimsiyorlar. Çünkü bunun bölgesel istikrara katkı sağlayacağını biliyorlar.
AKP dış politikasının Türkiye’nin kurumsallaşmış eğilimleri açısından sakıncası da bizce burada ortaya çıkıyor. AKP, mevcut yapılara alternatif oluşturabilecek çok taraflı yeni siyasi ve askeri bağları oluşturmadan, “unilateralizm”e yani “tek taraflılığa” kaymaya başladı.
Bu yüzden de, kurumsallaşmış ilişkiler paylaştığı ülkeler ve örgütler nezdinde artan bir şekilde “Türkiye nereye gidiyor?” sorusuna neden oluyor.
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu tabii ki Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmadığına dair sürekli teminat veriyorlar.
Bunu anlatırken kullandıkları mantık da aslında hatalı değil. Ancak, dünyada gelişen “Türkiye eksen değiştiriyor” algısının nereden kaynaklandığını gereken nesnellikle değerlendirebildikleri konusunda kuşkularımız var. Teslim oldukları haleti ruhiyeyle de bunu yapmalarının mümkün olacağını sanmıyoruz.