Ayrılıkçı terör Türkiye’ye has değil. 1970’ler boyunca yaşadığımız İrlanda’da bu olguya yakından tanık olduk. Kuzey İrlanda’da kaba sayı olarak hiç bir zaman Türkiye’deki kadar insan ölmedi. Fakat 5 bin ölü ve 30 binin üzerinde yaralı, 1.6 milyon nüfuslu bölgede her ailenin terörizmden bir şekilde etkilenmesi anlamına geliyor.
İngiltere, Kuzey İrlanda’da 1969’da başlayan ayrılıkçı terörün ve buna karşı misilleme adına yapılan “birlikçi” terörün üstesinden büyük ölçüde 1998’de imzalanan “Kutsal Cuma” (Good Friday) anlaşmasıyla geldi.
Bu anlaşma sayesinde terör örgütü IRA’nın komutanlarından Martin McGuinness Kuzey İrlanda’daki yönetime girdi. Bunlar o sırada yeni işbaşına gelen Başbakan Tony Blair’in “barış için şeytanla konuşurum” anlayışıyla oldu. İngiliz hükümetinin müzakereler öncesindeki tek koşulu IRA’nın silahı bırakmasıydı. İşin özündeyse “Katolik ve Protestan teröristlere af” anlayışı yatıyordu. Sevdikleri teröristlerce öldürülenler için bu acı bir haptı. Bu hapı bazıları hala hazmedilebilmiş değil.
“Chatham House”da bir konuşma yapmak üzere geçen hafta Londra’daydık. Perşembe akşamı BBC’nin ünlü sunucularından Jonathan Dimbleby’nin “Question Time” (Soru Zamanı) isimli hararetli tartışma programını izledik. Katılımcıların İngiliz ve Kuzey İrlandalı politikacılarla uzmanları sorguladıkları programın ana konusu, yeni Başbakan David Cameron’un tarihe “Kanlı Pazar” diye geçen olayda öldürülen Katolikler için özür dilemesiydi.
1972’de meydana gelen bu olayda İngiliz askerleri Katolik göstericilere ateş açarak 14 kişiyi öldürmüşlerdi. Zamanında yapılan soruşturmalar askerlerin suçsuzluğunu kanıtlamaya çabalamıştı, ancak suçsuz olmadıkları zamanla görüldü.
Cameron’un İngiliz ordusu yüzünden özür dilemesi Protestanlarla asker aileleri arasında infial yarattı. Bunu Dimbleby’nin programında da gördük. Bu kişiler “Kutsal Cuma Anlaşması” nedeniyle zaten kızgındılar.
Blair’in yerine geçen Gordon Brown hükümetinin sadece Kuzey İrlanda ile bağlantılı terörizmde ölenlerin ailelerine değil, öldürülen teröristlerin ailelerine de “barış uğruna” tazminat ödemeye kararı vermesi kızgınlığı daha da arttırmıştı.
Ancak İngiltere ve Kuzey İrlanda’daki anketler, nüfusun ağırlıklı bölümünün “barış için şeytanla konuşulur” anlayışını kabul ettiğini gösterdi. Bu durum teröre karşı 30 yıl yürütülen silahlı mücadelenin sonuç getirmemesine bağlanıyor.
Bu arada IRA’dan kopan ve hala aktif olan küçük bazı birimler de bu politika sayesinde halk desteğinden mahrum kaldı. Bu yazdıklarımızdan Türkiye’ye ders çıkar mı, emin değiliz. Her toplumun güdüleri farklıdır. Bazılarında, “barış için şeytanla görüşülür” yerine, “göze göz, cana can” anlayışı hakimdir.
Öte yandan İspanya hükümetinin ETA teröristleri ile görüşme girişimi hüsranla sonuçlandı. Yani teröristlerle görüşülse bile sonuç getirmeyebilir. Ancak İspanya yine de barış uğruna bu acı hapı yuttu. Bugün de müzakere yollarını aramaya devam ediyor.
Özetle bu gibi hallerde her ülkenin yutması gereken acı haplar var. Bunların ne olacağı, ilgili ülkelerin ve orada yaşanan terörizmin özellikleriyle ilgilidir. Bizdeki terörün sonlandırılması için gereken acı haplar ne olabilir bilemiyoruz. Ancak belli olan tek şey, bazı acı haplara gerek duyulacağı gerçeğidir. Fakat amatörce giriştiği “Kürt açılımından” sonra hükümetin halk nezdinde bu konuda inandırıcılığı kalmamıştır. Bu nedenle işi daha da zora sokmuştur. Bu durumda önce hükümetin bazı acı haplar yutarak, ülkeyi dışarıda olduğu kadar içerde düşürdüğü durumu ayrıntılı bir şekilde analiz etmesi gerekiyor.
Ancak bunu yaparken Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in yaklaşımını benimseyecekse işimiz var demektir. İşinize gelince “Genelkurmay Başbakanlığa bağlı” diyeceksiniz, gelmeyince de “Genelkurmay hesap versin diyeceksiniz.”
Bu tutum kabul edilemez. Abraham Lincoln’ın dediği gibi, “Bazılarını her zaman kandırabilirsiniz, ama herkesi her zaman kandıramazsınız.”