Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile 3 kuvvet komutanının emekliliklerini isteyerek görevden ayrılmaları dışarıda da bir hayli dikkat çekti. Haberin yabancı ajanslar tarafından duyurulması üzerine bizi yurt dışından telaş içinde arayıp, “Beklenen ancak bir türlü gelmeyen darbe bu mu?” diye soranlar dahi çıktı.
Açıkçası medyamızda estirilen “Ankara’da deprem” havası da bu sorulara neden oldu. Olanları elbette ki küçümsemek istemiyoruz. Sonuçta Cumhuriyet tarihimizde bir ilk yaşandı. Ancak bir “deprem” yaşandıysa bunun sadece belli kesimler için geçerli olduğunu, ülke genelinde “tank sesleriyle uyanmak” gibi bir beklentinin olmadığını da gördük.
Hükümetin atik davranarak TSK’de, üstelik YAŞ öncesinde, otorite boşluğu doğmasını engellemesi de, ister beğenelim, ister beğenmeyelim, karnesine bir artı olarak geçti.
Bazı beklentilerin aksine, sivil otorite böylece direksiyonun başında olduğunu, aracın da yoldan çıkmayacağını göstermek suretiyle içeriye ve dışarıya güven telkin eden bir mesaj göndermiş oldu.
Sadece Batı’da değil
Hal böyle olunca biz de meraklı yabancılara, “eskiden muhtıra verip ‘geliyoruz’ diyen askerler, şimdi emeklilik dilekçesi verip ‘gidiyoruz’ diyorlar” demek kaldı. Özetle, yaşananlar ülkemizde artık geçerli olan dinamikleri görmemekte ısrar edenler açısından “anormal” görülebilir, fakat çoğunluğun bunu “Türkiye’nin normalleşmesi” sürecinde bir ileri adım olarak kabul ettiğini düşünüyoruz.
Okuyup işittiklerimiz de zaten, kendinden menkul elit bir sınıfı bir yana bırakırsak, bu ülke insanının askerin siyasete bulaşmasından haz etmediğini açıkça gösteriyor. Her darbeden sonra yapılan ilk nispeten demokratik seçimleri askerlerin istemedikleri isimlerle partilerin kazanmış olması dahi bunu kanıtlıyor.
Dışarıya dönersek, sanılmasın ki ordudaki bu istifalarla ardından yaşananlar sadece Batı’da olumlu karşılandı. Bu gelişmeler aynı zamanda askeri rejimler altında Türkiye’ye oranla çok daha fazla ezilmiş olan veya ezilmeye devam eden İslam aleminde de olumlu, hatta memnuniyetle karşılandı.
Hükümetin orduda otorite boşluğuna ve iç karışıklığa fırsat vermeden hızlı davranması ise Başbakan Erdoğan’ın bu ülkelerdeki itibarını daha da arttırdı. Pakistan’da İngilizce olarak çıkan “The Express Tribune” gazetesinde yayınlanan konuyla ilgili yorumdan aşağıda aktardıklarımız bile bunu ortaya koyuyor:
“(Erdoğan) İslam aleminde henüz bilinmeyen bir ılımlı İslam hareketinin öncülüğünü yaparak, ülkesini inançlarında orta yolun mesajını kavrayamamış Müslümanlara bir örnek konumuna getiriyor. Perde arkasından Türk siyasetini gütmüş olan ordunun son ricatı, demokrasi yolunda zorunlu olan bazı deneyimlerin önündeki tıkanıklığı da gidermiştir.”
Tahrir meydanı’nda önemli
Türkiye’den yansıyan bu mesajın, halkın bu kez geçici askeri rejimin demokrasi yolunda hızlı ve kararlı davranmaması gerekçesiyle Tahrir Meydanı’nı doldurmaya başladığı Mısır’da da önemli olacağı kesin. Öte yandan, hükümete dönük bu iltifatlara rağmen, burada ciddi bir uyarının yapılması da gerekiyor.
Şu anda çok sayıda rütbeli asker ya gözaltında ya da aranıyor. Bu kişilerin hükümete karşı şu veya bu şekilde bir darbe planladıkları iddia ediliyor. Türkiye’nin yakın tarihinde yaşananmış olan somut olaylar ışığında bu iddiaları elbette ki ciddiye almak gerekiyor.
Ancak kamuoyumuzun önemli bir kesimde ve Batı’da, yasal sürecinin bu konuda hukukun üstünlüğü ve insan haklarına uygun bir şekilde işletildiği konusunda ciddi kuşkular var. Bu çerçevede tutuklu olan gazetecilerin haksızlığa uğradıklarına ilişkin de yaygın bir kanaat mevcut.
Dahası, geçmişten kalan kuyruk acısı olanların intikam duygularıyla hareket ederek ve yasamayı kullanarak TSK’ye ve toplumun belli kesimlerine karşı bir “cadı avına” çıkmış olmalarından endişe ediliyor.
Bu algının yer etmesi, TSK’nin olması gereken yere çekilmesinin yarattığı memnuniyeti gölgeleyip, Türkiye yaşananların demokrasi adına mı, yoksa başka bir şey uğruna mı yaşandığının sorgulanmasına da neden olacaktır.