Avusturya’nın eski dışişleri bakanı Ursula Plassnik, AGİT Genel Sekreterliği adaylığının Türkiye tarafından veto edilmesini kolay hazmedemiyor. En azından son dönemde basına verdiği demeçler bunu gösteriyor. Böyle yapmakla da “Avrupalıdan” çok “muhteris bir Şarklı” gibi davranıyor.
Basınımızda yer alan çevirilerine bakılacak olursa Plassnik’in bu demeçlerindeki tonu, geçmişte Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmış olmasından kaynaklanan bir pişmanlık da yansıtmıyor. Lafı, “isteseydim Türkiye’nin önünü tümüyle tıkardım ama sonunda yapmadım” demeye getirerek, Ankara sayesinde kaybettiği siyasi zemini tekrar kazanmaya çalışıyor.
Plassnik Avusturya’nın Tages-Anzeiger gazetesine verdiği demecinde de bu “haleti ruhiye-yi” açıkça yansıtmış. Hürriyet gazetesinden Zeynel Lüle’nin bildirdiğine göre söz konusu mülakatında “Türkiye’yi veto etseydim halk kahramanı olurdum” diyerek şunları eklemiş:
“Türkiye’nin AGİT adaylığıma karşı çıkması, AB’ye yönelik hayal kırıklığından kaynaklanıyor olabilir. Belki de kendinden giderek daha emin hale gelen bir bölgesel gücün, güç gösterisidir.”
Aslında Türkiye’nin yaptığı bir güç gösterisi değil, Plassnik’in AB üyeliğimiz konusunda takındığı tutum karşısında takınılması gereken tutumdur. Uluslararası politika “bana nasıl davranıyorsan öyle karşılık alırsın” prensibine bakar. Eskiler buna “mukabele-i bil misil” derler.
Özetle, Türkiye’nin Plassnik’i AGİT’te veto etmesi içi boş bir güç gösterisi değil, son derece doğru bir karar olmuştur. Türkiye gibi Batı için stratejik önemi günden güne artan bir ülkenin güç gösterisi oyunlarına girmesine ihtiyacı da herhalde yok.
Burada yanlış olan Plassnik’in -kendi itirafı ile- 2005 yılında Türkiye’yi AB’nin büyük üyelerinin dahi yapmayı göze alamadığı bir şekilde veto etmeye kalkmasıdır. AB’nin en küçüklerinden olan bir ülke açısından esas buna “güç gösterisi” olarak bakmak lazım.
Tarihi bir geçmişi olan Türkiye-Avusturya ilişkileri birçok açıdan önemlidir. Bunun bir boyutu elbette ki o ülkede yaşayan çok sayıdaki Türk’tür, ki bunların bir kısmı o toplumda yükselmiş kişilerdir. Bu ilişkilerin bir diğer boyutu da ticaret ve ekonomik ilişkilerdir. Bu arada enerji alanındaki işbirliği stratejik adımlarla gelişmektedir.
Dünyaya gerçekten vakıf olan bir dışişleri bakanı olarak Plassnik’in, sadece bunları değil, aynı zamanda Türkiye’nin hızla gelişmesini ve artan bölgesel önemini kavrayarak ona göre davranması gerekirdi. Bu vizyona o gün sahip olmayan birisinin, etkisi sınırlı olsa da hâlâ önemli görevler üstlenmiş olan AGİT gibi bir örgüte genel sekreter olması zaten doğru olmazdı.
Bu arada önemli bir husus daha var. AGİT Genel Sekreterliği için Kıbrıs Rum kesimi ile Ermenistan’ın dikkat çekici derecede hararetli desteklerini alan birisinin, bu örgütün genel sekreteri olarak Kıbrıs ve Karabağ sorunlarında tarafsızlığını nasıl koruyabileceğinin sorgulanması gerekir. Türkiye’nin vetosu bir yerde kuşkusuz buna da dayanıyordu.
Plassnik’in yukarıda aktardığımız ve belli bir kinaye enjekte etmeye çalıştığı sözlerinde kendisi açısından yine de bir gerçeğin kabulü var. Sonuç olarak Türkiye’den “kendinden giderek daha emin hale gelen bir bölgesel güç” olarak söz etmiş.
Bizce Viyana’nın bu husus üzerinde ileride daha çok durarak, Plassnik’in yakın geçmişte yansıttığı dar bakış açısından sıyrılması ve akılcı bir Türkiye politikası geliştirmesi gerekecek.
Bırakın, bazı Avrupalıların ısrarla belirttikleri gibi, Türkiye’nin AB müzakerelerinin “açık uçlu olmasını,” krizden krize koşan AB’nin kendisinin de “ucu açık” bir proje olarak bundan beş yıl sonra hangi şekilleri alacağı belli değil.
Avusturya’nın böyle bir ortamda Türkiye politikasını akılcı bir zemine oturtması daha da önemli olacak. Plassnik’in AGİT Genel Sekreterliği’ni veto etmekle Ankara Viyana’ya bazı temel gerçekleri hatırlatmış oldu.