Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye’nin Brezilya’nın desteğiyle İran’ı uranyum takası konusunda ciddi bir tavize ikna etmesi bir diplomatik başarıdır. Haftalardır “Uranyumumuzu kesinlikle yurtdışına göndermeyiz” diyen Tahran böylece göz ardı edilemeyecek bir adım atmış oldu.
Ancak, kutlamalara başlamak için zamanın erken olduğunu gösteren gelişmeler de yaşanıyor. Örneğin Tahran, iyi niyetine kuşku düşürecek beyanlara hemen başladı. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, varılan anlaşmaya rağmen ülke içinde uranyum zenginleştirmenin süreceğini söyledi.
Bu da Türkiye’ye takas için gönderilmesi öngörülen 1.200 kilogram, yüzde 3.5 zenginleştirilmiş uranyumun stokların tümünü temsil etmediğini gösteriyor. Batılı yetkililer de zaten 1.200 kilogramın geçtiğimiz ekim ayına ait bir rakam olduğunu, aradaki zaman içinde bunun bir misli arttığını belirtiyorlar.
ABD’nin başını çektiği Batılı ülkeler de bu hususun peşini bırakmamaya kararlı görünüyorlar. Zaten Batı, Tahran’da varılan anlaşma konusunda ikna olmuş değil. Bu arada Türkiye’ye karşı bir tepki olduğu da görülüyor. Zira Batı basını Tahran’da varılan anlaşmadan sonra Ankara açısından son derece manidar yorumlarda bulunuyor.
Örneğin Financial Times’a göre “Tahran’da varılan anlaşma ABD dış politikasına ciddi bir darbe indirdi.” Washington ile Avrupa başkentlerindeki resmi çevrelerinin görüşleri de bu doğrultuda. Özetle, Obama yönetiminin İran politikasının Türkiye yüzünden altüst olduğu söyleniyor. Yazılıp çizilenlerden bu net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Ankara’da konuştuğumuz Batılı diplomatlar arasında da Türkiye’nin Tahran tarafından ciddi şekilde kandırıldığına dair görüşün ağır bastığını görüyoruz. Türkiye’ye duyulan esas kızgınlık İran’a karşı zar zor sağlanmaya başlanan uluslararası konsensüsü bozmuş olmasından kaynaklanıyor.
Gerçi Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev, Tahran’da varılan anlaşmadan sonra fazla renk vermekten kaçınarak sadece, “Bu taviz yetmeyebilir” dedi. Fakat Rusya’nın yaptırımlar seçeneğine sıcak bakmadığı da sır değil. Türkiye ve Brezilya ise Moskova’ya, yaptırımlar yerine diplomasi yolundan gidilmesini desteklemesi için koz sağlamış oldular.
Rusya gibi Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olan ve olası yaptırımlar için desteği gereken Çin’in tutumu da önemli. Çin ise Türkiye ve Brezilya’nın sağladıkları anlaşmaya açık destek verdi. Böylece Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri yaptırımlar konusunda bölünmüş oldu. Washington, Londra ve Paris Türkiye’ye bundan dolayı tepkililer. Brezilya’ya da kızgınlar tabii, ama bu işin esas lokomotif gücünü Ankara’nın sağladığını düşünüyorlar.
Bu arada Ankara’nın bizce bir taktik hatası da oldu. Tahran’daki açıklamanın hemen ardından Türk tarafından “Artık yaptırımlara gerek kalmadı” açıklamaları peş peşe geldi. Bu da Türkiye’nin asıl ve tek amacı İran’ı yaptırımlardan kurtarmakmış gibi bir görüntü yarattı. Yani Türkiye’nin “arabulucu” değil, “İran’ın avukatı” olduğuna dair algı güçlendi. Batı basınında yazılanlar da bunu gösteriyor.
Tüm bunların Türkiye’nin Batı ve özellikle de Washington ile ilişkilerini nasıl etkileyeceğini göreceğiz. Bu gelişmenin Türkiye’nin “aidiyetine” ilişkin Batı’da devam eden tartışmaları nasıl etkileyeceğini de göreceğiz.
Bu arada çok ciddi bir olumsuz olasılığa da işaret etmek zorundayız.
Bir süre sonra İran’ın gerçekten de nükleer silah peşinde olduğu ortaya çıkarsa, bunun Türkiye’yi “kandırılmış ve kullanılmış ülke” konumuna düşüreceği kesin. Onun için Ankara’nın görevi artık sadece Batı’yı İran ile varılan anlaşma konusunda ikna etmek olmayacaktır.
Ankara aynı zamanda İran’ı da dört gözle takip edip, asıl niyetlerini zamanlı bir şekilde anlayarak ona göre hareket etmek zorundadır. Yoksa Türkiye’nin, tüm zorluklara rağmen, Brezilya ile birlikte sağladığı bu diplomatik başarı kısa zamanda diplomatik bir kâbusa dönüşebilir. Bu arada unutmamak lazım ki, Türkiye aksini söylese de, İran’a karşı yaptırım konusu masadan kalkmış değil.