Başbakan Angela Merkel’in “çok kültürlü entegrasyon Almanya’da tümüyle başarısız oldu” sözü Almanya açısından bir “idrak anını” temsil ediyor. Türkiye’yi ziyaret eden Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un İslamiyet’in Almanya gerçeğinin bir parçası olduğunu söylemesi ise bir “itiraf anını” temsil ediyor.
Bu, Almanya açısından önemli bir dönemeçtir zira Almanlar ülkelerini hiçbir zaman Amerika gibi bir “göç ülkesi” olarak görmediler. Çalışmak için gelen yabancıları da bu yüzden “misafir çalışan” olarak nitelediler. Merkel’in de belirttiği gibi, bu kişilerin sonunda ülkelerine döneceklerini varsaydılar, ama bu tabii ki olmadı.
Buna karşın Almanlar bir göçmen ülkesine dönüşmekte olduklarını yine de inkâr etmeye devam ettiler. Oysa Financial Times’ın Alman resmi verilerine dayanarak yayınladığı rakamlar çok farklı bir gerçeğe işaret ediyor.
Bugün 82 milyon olan Almanya nüfusunun yüzde 8,8’i (ki 7 milyon kişi eder) yabancılardan oluşuyor. 15 milyon kişi ise göçmen kökenliyken, nüfusunun yüzde 3’ünü Müslümanlar teşkil ediyor.
“Almanya göç ülkesi değildir” söylemi bu istatistikler karşısında gülünç kalıyor. Bu nedenle Almanya için bu aşamada, gerçekleri tanıyıp var olan ciddi entegrasyon sorunlarının üstesinden gelmek için yapıcı siyasi ve sosyal tedbirler üretmeye çalışmaktan başka bir çare kalmadı.
Bu arada Almanya’da, “Türkleri, Arapları ülkeye almayın” gibi saçma önerilerle ortaya çıkanlar var ve olacaktır. Fakat provokasyondan başkan bir şeyi temsil etmeyen bu tür aşırı önerilerin çok fazla mesafe alması günümüz Avrupa’sında pek mümkün değil.
Buna rağmen burada bir hususun net olarak anlaşılması gerekiyor. Almanlar “entegrasyon sorunundan” söz ederken, aralarındaki Polonyalıları, Letonları veya İrlandalıları kastetmiyorlar. Müslümanları, dolayısıyla Türklerle Arapları kastediyorlar.
Müslümanları da Avrupa sathında yayılan “İslamofobi” gözlüğünden görüyorlar. Avrupa’daki iktidarları endişelendirmeye başlayan husus da bu. Zira İslam karşıtlığının toplumsal gerginliği arttıracağını biliyorlar. Bu nedenle Merkel hükümeti şimdi entegrasyonu arttıracak tedbirleri içeren bir paketin üzerinde çalışıyor.
İşin ilginç yanı ise Almanya’nın buna sadece toplumsal huzur açısından değil, ülkenin geleceği açısından da ihtiyaç duymasıdır. Özetle söylemek gerekiyorsa “safkan Alman nüfusu” kendisini gereken hızla yenilemiyor.
Başka bir deyişle Almanlar giderek yaşlanıyorlar. Bu nedenle yakın gelecekte ciddi bir profesyonel eleman açığının ortaya çıkacağı ise şimdiden görülüyor. Entegrasyon politikaları işte bu nedenle de önem kazanıyor.
Alman ticaret odalarının hesaplarına göre ekonomik büyüme devam edecekse bugün bile ülkenin 400 bin vasıflı yabancı işçiye ihtiyacı var. Ekonomi Bakanı Rainer Brüderle’ye göre sadece bilgisayar uzmanlığı alanında acilen 65 bin kişi gerekiyor. Mühendislik alanındaysa 36 bin kişiye ihtiyaç duyuluyor.
Bu nedenle Alman hükümeti bir yandan eğitimsiz ve vasıfsız göç dalgasının önüne geçmeye çalışırken, diğer yandan vasıflı Türklerin ülkeyi terk etmelerini önlemeye çalışıyor. Hatta yeni bir vasıflı iş gücü göçü için zemin hazırlamaya çalışıyor. Bu bile Almanya’daki durumun ne denli karmaşık olduğunu ortaya koyuyor.
Almanya bu sorunlarla boğuşurken Türkiye’ye de elbette ki önemli görevler düşüyor. Zaten Türkiye’nin Almanya’daki Türklerin içine düştükleri durum karşısında tümüyle masum olduğu da söylenemez.
Sonuçta Türkiye de geçmişte, işçiler Almanya’ya gönderilirken içinde bulundukları topluma entegre olmalarını kolaylaştıracak hiçbir program geliştirmedi. Oysa şimdi Türkler, köklerine sahip çıkmalarına karşın, Almanya’ya entegre olma zorunluluğu ile karşı karşıyalar.
Bunu Almanya’nın tek başında sağlaması ise zor görünüyor. Başka bir deyişle ortaya “Türk kökenli olan uyumlu Alman vatandaşları” çıkacaksa, topu sadece Almanya’ya atmak sorunu çözmüyor. Her iki ülkenin de bu konuda çok yakın ve yapıcı bir işbirliğine girmeleri şart görünüyor.