Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Suriye’deki gelişmeler vahim bir durum almaya başlarken Başbakan Erdoğan’ın bu ülkeye karşı duruşunda bir ayar yapma zorunda kaldığını görüyoruz. Erdoğan’ın Kırgızistan Başbakanı Atambayev ile salı günü Ankara’da düzenlediği ortak basın toplantısındaki ifadeleri bunu açıkça ortaya koyuyor.
Esad ile yaptığı görüşmede duyduğu “endişe” ve “rahatsızlığı” kendisine “açık ve net ifadelerle bildirdiğini” kaydeden Erdoğan, yapılan reformlara rağmen Suriye’nin daha çok adım atması gerektiğini söyledi. Şam’a bir heyet göndereceğini de söyleyerek özetle şöyle konuştu:
“Şu andaki süreç bizler için rahatsız edici bir süreçtir. Bunu arkadaşlarımız da kendileriyle paylaşacaklar... Antidemokratik bir uygulamanın, özellikle otoriter, totaliter dayatmacı bir yapının olmasını asla arzu etmiyoruz, beklemiyoruz.”
Tonunu sertleştirse de, Erdoğan’ın Esad’a bu saatten sonra yapacağı tekinlerin bir işe yarayacağını sanmıyoruz. Esad’ın dünya kamuoyunu tümüyle göz ardı ederek, halkın üzerine tank göndermesi, kendisinin ve “Baas kodamanlarının” bir “varoluş mücadelesine” girdiklerini gösteriyor. Bu durumda Erdoğan’a kulak verileceği kuşkulu.
Radikal gazetesinde salı günü yer alan küçük bir haber de zaten hazin görüntüyü ortaya koyuyordu. Gazeteye konuşan Dışişleri yetkilileri “Suriye’ye gerekli uyarıların yapıldığını” belirtmişler, “ama Suriye neler yapılmaması gerektiği konusunda bizi dinlemedi” diye sitem etmişler.
Bu elbette ki Türkiye’nin bölgede var olduğu iddia edilen büyük etkisi açısından da iyi bir görüntü vermiyor. Buna rağmen Ankara’nın o ülkedeki gelişmeleri endişeyle izlediği kesin. Sonuçta Ankara, Suriye’de patlak verecek kanlı bir iç savaşın Türkiye’nin başını Libya’dan çok daha fazla ağrıtacağının farkında.
İlk etapta düşünülmesi gereken şey ise, işlerin kontrolden çıkması halinde Suriye’den Türkiye’ye akın edecek mültecilerdir. Bu olasılığı daha da karmaşık kılan husus ise, Suriye’de kendi ülkelerindeki karışıklıktan kaçmış olan yüz binlerce Iraklının bulunmasıdır.
Öte yandan, Suriye’nin de bir Kürt sorunu olduğuna göre, o ülkedeki karmaşanın büyümesi halinde bunun Türkiye’deki PKK terörüne yansımaları da göz ardı edilemiyor. Bu tehlikeli belirsizlikler karşısında Ankara’nın Batılı müttefikleriyle daha sıkı işbirliğine girmesi de kaçınılmaz görünüyor.
Erdoğan’ın salı günü ABD Başkanı Obama’yı arayıp Suriye ve Libya’yı konuşması da bu açıdan dikkat çekiyor. Beyaz Saray’dan yapılan açıklama iki liderin her şeyden önce Libya’da Kaddafi’nin istifa edip ülkeyi tümüyle terk etmesi gerektiği konusunda hem fikir olduklarını gösteriyor.
Beyaz Saray’ın açıklamasından, Erdoğan ve Obama’nın, “Suriye hükümetinin kendi halkına karşı uyguladığı şiddetin kabul edilemez olduğu” ayrıca o ülkede demokratik reformlara duyulan acil gereksinme konusunda da mutabık kaldıkları anlaşılıyor.
ABD’nin ve AB’nin Suriye’ye uygulanmasını istedikleri yaptırımlar konusunda Ankara ile Washington arasında mutabakat sağlanıp sağlanamadığı konusu ise şu aşamada belli değil. Fakat Rusya ve Çin’in tutumları nedeniyle Güvenlik Konseyi’nden bir yaptırım kararının çıkabileceği de tartışmalı.
Bazıları unutmuş olabilirler ama 1990’lı yılların sonunda PKK yüzünden Suriye ile savaş noktasına gelmiştik. İki ülke arasındaki ilişkilerin böyle bir geçmişi varken, geleceğin ne getireceği de belli olamaz. Onun için, başta MİT olmak üzere, ilgili makamlarımızın şu anda çeşitli olumsuz senaryolar ve olası tedbirler üzerinde çalıştıkları kesin.
Bölgenin siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan geri kalmış ülkeleriyle “bütünleşme” çabalarına giren AKP’nin, Türkiye’yi güvenli olmayan limanlara sürüklemeye çalışması Ankara’yı sonunda zorda bırakmıştır. Bunun en bariz örneği de Suriye’dir.
Bu nedenle Suriye’deki kanlı olayları, AKP iktidarının “oyun kurucu” olma iddiasını içeren Ortadoğu vizyonunun çöktüğü nokta olarak görmek mümkün.