Deniz Baykal’ın, üstelik Türk-AB Ortaklık Konseyi’nin yapıldığı bir sırada, CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmesi AB çevrelerinde de büyük ilgi uyandırdı. Bunun böyle olmaması da mümkün değildi. Sonuçta Baykal ve CHP Avrupa’da Türkiye’nin AB perspektifi açısından “yapıcı” değil, “engelleyici” bir güç olarak görülüyorlar.
Bu algı CHP’nin, örneğin 301’inci madde konusunda takındığı tutum gibi nedenlerle, zamanla kemikleşti. CHP, AB’nin istediği parti kapatmalarla ilgili son anayasa değişikliği maddesinin düşmesinin de asıl nedeni olarak görülüyor. Şimdi merak edilen ise, Baykal’sız bir CHP’nin kendisini yenileyip kitle desteği alabilecek ve bu arada AB perspektifini ilerletecek bir parti olup olamayacağıdır.
Bize önceki gün bunu sorduklarında yabancı ajanslara verdiğimiz yanıt ise kendilerini şaşırttı. Zira CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmesine rağmen, Baykal’ın siyaset arenasından çekildiğine inananlardan değiliz. İstifasını açıkladığı basın toplantısı da zaten bir “siyasi veda hutbesi” değil, “siyasi mücadeleye sonuna kadar devam” deklarasyonuydu.
Bunu anlayan partililer de anında Baykal’ın arkasında kenetlendiler. Şimdi gözler elbette ki CHP’nin kurultayında olacak. Ancak bu kurultaydan CHP’yi gençleştirip yenileyecek bir sonucun çıkması da zor görünüyor. Çünkü aday olsa da, olmasa da Baykal’ın ruhu kurultay salonunun her köşesinde hissedilecektir. Özetle, kendi adaylığını açıklamasa bile, Baykal genel başkan adaylarının kendi çevresinden olması için çalışacaktır.
Bu arada şunu da unutmamak lazım: Baykal ile CHP kurmaylarının şu anda kamuoyu nezdinde çok önemli bir siyasi görevleri var. O da “seks bandı komplosu” nedeniyle suçladıkları hükümetin gerçekten de bu işin arkasında olduğunu kanıtlamaktır. Başarılı olurlarsa bu AKP’yi ciddi şekilde sarsacaktır. Başarılı olamazlarsa CHP’nin imajı daha da zedelenecektir.
Biz CHP’nin baştan aşağı yenilenmesini ve AKP karşısında geniş kitlelerin oy verecekleri çağdaş bir sosyal demokrat partiye dönüşmesini temenni edenlerdeniz. Uzun yıllar siyasetin içinde olan Sayın Baykal’ın bu açıdan önemli rol oynayabileceği de aşikâr. Ancak bunun olacağına da inanmıyoruz. Zira dediğimiz gibi, Baykal bundan sonraki siyasi misyonunu açıkladı.
CHP’nin tüm enerjisini şimdi bu misyona harcayamamaktan, bu arada anayasa değişiklikleri için yapılacak referandumu da AKP için bir güvensizlik oyuna çevirmeye çalışmaktan başka bir seçeneği yok. Yani, “proaktif” değil “reaktif” konumunu sürdürecektir. Bu yaklaşım da CHP’nin Avrupalıların ve özellikle Sosyalist Enternasyonal’deki ortaklarının gözünde daha fazla puan kaybetmesine yol açacaktır.
Fakat bunun, bugüne kadar AB’den gelen ağır eleştirileri göğüslemiş olan CHP kurmayları için çok da önemli olduğunu sanmıyoruz. Onların asıl amacı şimdi Türkiye’nin AB perspektifine katkı yapmaktan ziyade, “Baykal CHP”sini yaşatmaya çalışmak olacaktır.
Bu arada, patlak veren bu skandal konusunda bir hususa değinmeden de edemeyeceğiz. Baykal’ın “komplo” dediği bu skandalda mağdur olan, ayrıca onuru en az kendi onuru kadar zedelenmiş bulunan bir bayan var. Baykal bu “komplonun” teknik olanaklardan yararlanılan bir “kurgu” içerdiğine inanıyorsa ve bu konuda delilleri varsa o zaman -centilmenliğin gereği olarak- yıllarca beraber çalıştığı o bayan için de bir iki destekleyici söz sarf etmesi gerekirdi.
Bu skandala neden olan bantta olduğu söylenen -ancak şahsen izlemediğimiz- görüntülere gelince, insanların özel hayatlarına bu şekilde müdahale edilmesi ve bunun da siyasi şantaj amacıyla kullanılması bir toplum açısından en büyük ayıplardan biri olsa gerek. Onun için bunu yapanlar mutlaka ortaya çıkarılmalı.
Banttaki görüntüler gerçek olsa bile, bu sadece doğrudan ilgili kişileri, eşlerini ve ailelerini ilgilendirir. Kamuya mal olmuş insanlar ise toplumları için yaptıkları veya yapamadıkları hizmetlerle değerlendirilirler, özel hayatlarıyla değil. Uygar olmanın gereği budur.