AB üyeliği her zaman bir “devlet politikası” olarak görülmüştür. MHP bile bu üyeliğe soğuk bakışını ancak, “AB’de onurlu üyeliğe evet” söylemiyle yansıtabilmiş, “AB üyeliğine karşıyız” diyememiştir. Bunun tek istisnası, “sizi gidi Batı taklitçileri” görüşüyle ünlenen Erbakan ve takipçileridir.
Ancak, Erbakan’ın yanında bulundukları sırada bu yaklaşımı benimseyen fakat bugün ülkeyi yöneten siyasetçiler bile artık AB üyeliğinden yana tutum almaktadırlar. Bu nedenle, AB’den Türkiye’ye esen soğuk rüzgârlara rağmen, hükümet “üyelikten vazgeçmek yok” politikasını ısrarla sürdürmektedir.
Başka bir parti iktidarda olsaydı o da “eşyanın tabiatı” gereğince aynısını yapmak zorunda kalırdı. Sonuçta Avrupa ile 50 yılı aşkın bir süredir oluşan ve farklı oranlarda olsa bile iki tarafın yararlandığı bağlardan söz ediyoruz.
Fakat bugün AB artık bildiğimiz AB değil. Avrupa bugün başta “göçmen istilası” korkusu olmak üzere, çeşitli vehimlerle giderek içine kapanan ve hızla ırkçılığa kayan bir kıta haline geliyor. İtalya’dan sonra Fransa’nın -aslında “AB vatandaşı” olan- Romanları geldikleri AB ülkelerine toplu halde iade etmeleri bunun en açık göstergesidir.
Fakat iş bununla da bitmiyor. Bugün “ekonomik sıkıntıya giren tembel Yunanlıları ben niçin kurtaracakmışım?” diyen kızgın Almanların sayısı da hızla artıyor. İtalya’daysa İçişleri Bakanı Roberto Maroni, diğer AB ülkelerinden serbest dolaşım hakkı ile gelenlerin “asgari ekonomik ve sosyal yeterliliğe sahip olmaları halinde” sınır dışı edilmeleri için bir sistem üzerinde çalıştıklarını söylüyor.
“Sokaktaki Türk” için Avrupa her zaman “aş ve iş kapısı” olarak görüldü. AB üyeliği de, getireceği “özgürlükler ve standartlardan” çok, iş için Avrupa’nın kapısını açacak bir olgu olarak görülüyor. Bu nedenle “Türkiye AB üyesi olsa bile Türklere serbest dolaşım olmayacak” yaklaşımı Ankara tarafından her zaman reddedilmiştir.
Ancak, “Türkiye” dendi mi, Avrupalıları korkutan şeylerin başında “toplu göç” olasılığı geliyor. İngiltere, Polonya’nın AB üyeliğinden sonra o ülkeden en fazla 13 bin kişinin çalışmak için geleceğini tahmin etmişti. Yarım milyon kişi gelince İngilizler şoke olmuşlardı ki gelenler sonuçta Avrupalıların hayran oldukları “Chopin”in ülkesinden geliyorlardı.
Uzun lafın kısası, AB içinde bile bugün serbest dolaşıma sınırlamalar getirilmeye çalışılırken, Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleşmesi halinde bunun iş arayan Türklere otomatik serbest dolaşım hakkı getirmesi artık mümkün değil. Buna Batı’da giderek artan “İslam korkusu” eklendiğinde kontrolsüz serbest dolaşım hakkının önüne başka engeller de çıkıyor.
Finacial Times’ta pazartesi günü konuyla ilgili bir yazı kaleme alan Gideon Rachman, Türkiye’nin Avrupa için öneminin azalmadığını, aksine giderek arttığını belirttikten sonra, Avrupalıların “Türkiye’den göç” korkularına değindi. Bu nedenle Türkiye’ye “serbest dolaşım hakkının” olmadığı bir üyelik formülü üzerinde çalışılması gerektiğini belirtti.
Rachman’ın dediği, Almanya ve Fransa’nın “Özel üyelik” formülünü çağrıştırsa bile tam öyle değil. Türkiye yine de üye olarak, hem AB Komisyonu’nda, hem de Avrupa Parlamentosu’nda AB politikaları ve yasalarının oluşumunda etkin konuma sahip olacak.
Ancak bu bizce fazla hayalperest olan bir çözümleme. Zira Avrupa’da sadece “Türklerin toplu göçü” korkusu yaşanmıyor. Sokaktaki adam belki bundan korkuyor, fakat kanaat önderleri arasında, büyük ve etkin bir Müslüman ülkenin Avrupa’nın kaderi üzerinde söz hakkına sahip olmasından korkanların sayısı da az değil.
AKP iktidarının Türk dış politikasına getirdiği yeni ve tartışmalı yaklaşımlar ise bu korkuları körüklemiştir. Bu nedenle “AB trenimiz her şeye rağmen ilerliyor” diye kendimizi kandırma zamanı geçmiştir.
Fakat Avrupa ile ilişkiler Türkiye için de hayati öneme sahiptir. Bu nedenle AB ile ilişkilerimizi mevcut gerçekler ışığında nasıl bir yeni zemine oturtmalıyız tartışmasını artık başlatmalıyız. Bu konuyu işlemeye devam edeceğiz.