Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Garip görülebilir ama son günlerde Türkiye ile Mısır arasında bir yakınlaşma başlamasında ‘Yunanistan faktörü”nün de etkisi var.

Bu terimden kastedilen, Ankara’nın nazarında Atina’nın son zamanlarda Türkiye’ye karşı oluşturduğu tehdittir.

Ege ve Doğu Akdeniz’deki gerginlik ortamında Yunanistan Türkiye’ye karşı politikasını, yanına sadece AB’yi ve ABD’yi değil, Mısır başta olmak üzere Ortadoğu ülkelerini de alarak yürütmeye çalışmaktadır. Nitekim Ankara Yunan-Kıbrıs Rum odaklı bölgesel bir ittifakla karşı karşıya gelmiş durumda.

Haberin Devamı

Ankara’nın bir süreden beri Mısır ve diğer bazı bölge ülkeleriyle ilişkilerinin farklı nedenlerden bozuk olması, Atina’nın işine yaramıştır. Mısır konusunda bu neden, Erdoğan hükümetinin desteklemiş olduğu Mursi rejiminin, Sisi’nin askeri darbesiyle devrilmesi, yani rejimiyle ilgiliydi.

Bu yüzden diplomatik temaslar kesilmiştir.

***

İşte böyle bir ortamda, Doğu Akdeniz’deki uyuşmazlıkla ilgili bir gelişme, bu ilişkilere yeni bir bakış fırsatını doğurdu. Sisi yönetiminin, sismik araştırma planladığı 18. Parsel ile ilgili tutumunun Türk tezine yakın olması Ankara’yı da harekete geçirdi. Bazı gizli temaslardan sonra, daha üst düzey diplomatik görüşmeler de başladı. Türkiye, Yunanistan’ı köşeye sürmek ve oluşan ittifakta bir gedik açmak için Kahire’ye elini uzattı ve diğer Arap ülkelerine de benzer bir sinyal gönderdi.

Kısacası, Türk diplomasisi bu şekilde bölgedeki dengeleri değiştirebilecek ve Atina’nın pozisyonunu zayıflatabilecek bir manevra gerçekleştirdi.

Tabii bunun başarılı olması Kahire’nin de tutumuna yani Yunan baskısı altında duruşunu değiştirmemesine bağlı. Şu sırada Ankara’nın Mısır’la büyükelçiler düzeyinde diplomatik ilişkilerini güçlendirmesi isabetli olacaktır. Mısır’la bazı anlaşmazlıklar olsa da, bunun bir an önce yapılmasında fayda vardır. Sorunlar yakın temasla, görüşerek halledilir...

Astana öldü, yaşasın Astana!

Geçen perşembe günü, gözler Suriye ile ilgili üçlü bir toplantı için Katar’ın başkenti Doha’ya çevrilmişti. Ancak Türkiye ve Rusya’nın yanında yer alan üçüncü ülke, daha öncekilerden farklı olarak, İran yerine Katar idi.

Haberin Devamı

Bu toplantı sonunda yapılan resmi açıklamalar kulağa hiç de yabancı gelmiyordu. İfadelerin çoğu, Astana sürecindekilerin benzeriydi.

Örneğin, üç ülke de Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini savunuyordu. Halkı temsil edecek bir rejimin kurulması için siyasi çözüm arayışının devam etmesini istiyordu. Bu arada komşuların da güvenliğine zarar verebilecek şiddet eylemlerinin önlenmesi gerektiğini belirtiyordu.

Bu açıklamalar, tam da Suriye’de iç savaşının 10. yıl dönümüne hazırlanıyordu. “Astana trio”sunun üç yıldır sürdürdüğü çabaların da hedefi buydu, ama bir türlü istenen sonuca varılamamıştı. Açıkçası, eski yapısıyla Astana fiilen ölmüş görünüyordu. Ama resmi ağızlar bunu böyle telaffuz etmiyor, yeni yapısıyla Astana sürecini “alternatif değil, tamamlayıcı” diye nitelendiriyordu. Üçlü mekanizmanın esas farkı, İran’ın bunun dışında kalması, onun yerini de Katar’ın almasıdır.

Bu olay hem İran’ın saf dışı bırakılması hem de Katar’ın nüfuzlu bir aktör olarak böyle bölgesel bir rol sahibi olması bakımından çok anlamlıdır.

Haberin Devamı

Bu, Ortadoğu’da süreçteki değişmekte olan güç dengesinde yeni ve önemli bir gelişmeydi.

Suriye’nin “on yıl sonraki hali”ne gelince: Yürekler acısı facia rakamların ifade edemeyeceği kadar vahim bir şekilde devam ediyor. Esad rejimi hâlâ iş başında. Dış güçlerin sahadaki varlığı pekişiyor.

Doha’da da toprak bütünlüğü, ulusal egemenlik gibi amaçlar vurgulandı ama açıkçası Suriye bölünmüş ve dağılmış durumda. Ve bu sorunla yakından ilgilenen bir yetkili veya uzman yok ki bu halin “yakında” sona ereceğini söylesin...