ABD Kongresi’nin baskına uğradığı 6 Ocak’tan beri hep Amerika ile kalkıyor, Amerika ile yatıyoruz.
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, bizde de bu dramatik olayın ışığında, ABD’deki gelişmeler, sabah akşam, bütün detaylarıyla konuşuluyor.
Bir kalkışma olarak algılanan bu beklenmedik hadiseye yol açan koşullar, Başkan Trump’ın kışkırtmalarının rolü, saldırganların kimliği ve amaçları, bu teşebbüsün ABD’nin imajına etkileri enine boyuna değerlendiriliyor.
Daha bitmedi: Konu aynı hararetle gündemde. Yeni Başkan Joe Biden’ın iş başına geçeceği 20 Ocak’a kadar daha çok şey bekleniyor. Özellikle Trump’ın siyasi akıbeti, azledilmesi olasılığı devam eden ilginin odak noktası.
Bazıları bu ilgiyi aşırı buluyor; “Bunlardan bize ne?” diye kızanlar dahi var.
İlk bakışta, dıştaki olayların yüzeysel şekilde izlendiği bir ortamda, ABD’deki seçimlere ve seçim sonrası gelişmelere bu kadar odaklanmış olmak şaşırtıcı gelebilir. Amerika olunca, iş başka oluyor sanki. Bunun nedeni de incelenmeye değer.
Kongre baskınının olağanüstü ilgi görmesi doğal. Bu saldırının ABD gibi “demokrasi havarisi” rolündeki bir ülkede gerçekleşmesi çok önemli ve anlamlı. Yani darbelere alışık ülkelerden çok farklı. Kaldı ki ABD dünyanın bir numaralı süper devleti: Oradaki olayların etkisi küresel çapta her yerde hissedilir. Bu yüzden Washington’da olup bitenlerin iyi izlenmesi gerek.
Bunun dışında, ABD’ye özgü nedenler de var: En önemlisi, ABD’nin çok açık bir toplum olması. Orada olaylar en ufak detayına kadar kamuoyuna yansır. Buna bir de Amerika’nın “medyatik” niteliğini de eklemek gerek. Bu da Amerikalıların her ürettiklerini veya yaptıklarını “pazarlama”daki becerilerinin bir göstergesi.
Kısacası, ABD’de olup bitenlere gösterilen yoğun ilginin doğru mu, yanlış mı olduğu tartışılırken bu nedenleri göz önünde tutmakta yarar vardır.
Madalyonun iki yüzü
Kongre baskını, ABD’deki gelişmelere daha geniş açıdan bakmak ve madalyonun iki yüzünü de görmek ihtiyacını hissettirmiştir.
Yıllardan beri Washington’un “pazarladığı” Amerika’nın “parlak yüzü”, hep ekonomik ve teknolojik gücünü ve demokratik değerlerini yansıtmıştır.
Ne var ki son olaylar Amerika’nın “öbür yüzü”nü de gözlerin önüne sermiştir.
Nitekim şimdi daha çok tablonun karanlık yüzü konuşuluyor.
Washington’daki kalkışma, demokrasiyi dış politikasında bir araç olarak kullanan ABD’nin bu konudaki imajını derinden sarsmıştır. O kadar ki Amerikan demokrasisinin çökmekte olduğunu, ABD’nin artık bir “rol model” olamayacağı sonucunu çıkaranlar da vardır.
Madalyonun ters yüzü, Amerikan toplumunun kutuplaştığını, hatta ırkçı olaylar nedeniyle bölünme riskiyle karşılaştığını aksettirmektedir.
Bu arada koronavirüs salgını ABD’nin sosyoekonomik yapısındaki zaafları da ortaya çıkarmıştır. Sağlık alanındaki perişanlık, ekonomik sarsıntıların, toplumsal dengesizliklerin tırmanışını hızlandırmıştır.
İşte Biden yönetimi önümüzdeki hafta bütün bu karakteristikleri içeren bir Amerika’yı devralmış olacak.
Ancak madalyonun daha çok şimdiye kadar göz kamaştıran yüzünün kaybolmaya mahkûm olduğunu düşünmek yanlış olur.
Örneğin, 6 Ocak olayıyla demokrasi yok olmuyor, her şeye rağmen demokratik kurumlar, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü, gibi değerlere olan inanç ve bağlılık sürüyor ve canlılığını gösteriyor.
Siyasi kutuplaşmanın, sosyoekonomik meselenin daha bir süre sıkıntılar yaratacağı açık: Ancak, ABD tarihinde benzer ciddi krizlerden sonra hep bir toparlanmanın gerçekleştiği dikkate alınırsa, önümüzdeki dönemde de böyle bir şansın bulunduğu da öngörülebilir.