Doğu Akdeniz-Ege krizinde Türkiye ve Yunanistan başta olmak üzere, konuyla yakından veya uzaktan ilgili çeşitli aktörlerin tutumlarını belirlerken kime veya neye güvendiklerinin analizi ilginç bir tablo ortaya koyuyor.
Bu tablo sahada görünen oyuncuların çıkarları arasındaki derin uçurumu yansıttığı gibi, onları karşı karşıya ya da bir araya getiren faktörlere de ışık tutuyor.
Analize, sahnenin iki baş aktöründen, Türkiye ve Yunanistan’dan başlayalım:
- Türkiye’nin bu krizde bilinen kararlı tavrını alırken kime veya neye güvendiği sorusunun yanıtı açık: Tek kelimeyle, kendisine... Yani kendi gücüne...
Bunda askeri kapasitesi başlıca rolü oynuyor. Türkiye’nin bu alanda Yunanistan’a göre üstünlüğü tartışılmaz. Hem geniş insan kaynağı, hem özellikle son zamanlarda geliştirdiği savunma kapasitesiyle...
Türkiye bu güç gösterisiyle hakkını aramayı amaçlıyor: Bu alandaki kudretini caydırıcı bir enstrüman olarak kullanıyor. Diğer bir deyişle, Ankara haklı olduğuna inandığı davada, mücadelesini sürdürürken, “sert gücü”nün de verdiği bir öz güvenle hareket ediyor. Bu duruşuyla da diplomasi ve diyalog kanallarını açık tutuyor.
- Yunanistan’ın kime veya neye güvendiği sorusunun kısaca yanıtı şöyledir: “Daha çok dış güçler”.
Atina geçmiş yıllarda olduğu gibi şimdi de kendine destek verebilecek yabancı ülkelere güveniyor. Şimdiki krizde “yumuşak gücü”nü kullanarak, AB’den Mısır’a kadar kendisine yakın kurum ve ülkelerden medet umuyor.
Yunanistan’ın elinde “yumuşak güç” olarak kullandığı enstrümanların başında, kamu diplomasisi, diaspora ve lobiler geliyor, bu arada kadim Yunan kültürünün ve popüler imajının etkilerinden de yararlanıyor.
Avrupa Birliği’nin bu krizde Atina’dan yana bir tavır almasına şaşmamak gerek. Birlik, üye devlet olarak Yunanistan ve aynı şekilde Güney Kıbrıs ile “dayanışma” içinde olmak zorunluluğu hissediyor. Atina ve Kıbrıs Rum yönetimi bu avantajını değerlen- direrek AB’nin desteğine güveniyor. Geçen cuma günü AB Bakanlar Konseyi bu desteği Türkiye’ye karşı ambargo tavsiyesinde kullanmak noktasına kadar vardırdı.
- Yunan-Kıbrıs Rum ikilisi, benzer stratejiler ve enstrümanlarla Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgedeki ülkeleri de kendi safına çekiyor ve onların fiili desteğine güveniyor.
***
Sahnenin diğer köşesinde yer alan Fransa, halen Yunan-Kıbrıs Rum ikilisinin başlıca destekçisi rolünde.
- Fransa bu krizde neye güveniyor? Cumhurbaşkanı Macron, Fransa’nın Suriye’den Libya’ya ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş bölgede söz ve rol sahibi olmak peşinde. Türkiye’nin bölgedeki hamleleri karşısındaki tepkilerini şimdi de Yunan-Kıbrıs Rum tarafını desteklemekle gösteriyor. Bunu yaparken de eski “büyük devlet” imajına, siyasi ve askeri gücüne güveniyor.
- Almanya’ya gelince, Şansölye Merkel’in şimdiki krizde soyunduğu arabulucu rolü ona farklı bir pozisyon sağlıyor. Almanya bir denge politikası izlemeye çalışırken de Avrupa’daki başat pozisyonuna ve kendi siyasal ve ekonomik gücüne güveniyor.
***
Sahnede halen (veya şimdilik) pek görünmeyen başka bölgesel ülkeler veya küresel güçler, olup bitenleri dikkatle izlemekle yetiniyor.
- Rusya bunlardan biri. Putin bu krize karışmıyor: NATO müttefiklerinin birbirine girmesini ve NATO Güneydoğu kanadının çökme noktasına gelmesini herhalde keyifle izliyor...
- ABD kriz karşısında bir varlık gösteremiyor. Trump kendi dertleriyle meşgul. Bu pasif tutum seçimler nedeniyle daha bir süre devam edecek gibi. Ama bu arada Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Yunan yanlısı ülkeler, ABD’den genelde gördükleri desteğe güveniyorlar.
***
İşte öylesine karışık bir tablo var ortada.
Bakalım bu krizde yer alan çeşitli ülkelerin güvendikleri faktörler bundan sonraki olayları nasıl yönlendirecek?