Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AB’nin merkezi Brüksel’i ziyareti planladığı zaman, henüz 17 Aralık yolsuzluk krizi patlak vermemişti.
AB ile işler iyiye gidiyordu. Üç yıllık bir durgunluktan sonra, yeni bir müzakere faslının açılmasıyla, üyelik sürecinin önü tekrar açılıyordu. Vize konusunda varılan anlaşma ile de yeni bir yakınlaşma ortamı oluşturuluyordu...
İşte Brüksel ziyareti planlandığı zaman, Başbakan’ın AB yetkililerinden çok ağır giden AB katılım sürecinin hızlandırılmasını isteyeceği, dondurulmuş olan diğer fasılların da bir an önce açılmasını sağlamaya çalışacağı söyleniyordu. O günlerde Brüksel’deki hava da buna müsaitti.
17 Aralık’tan sonraki gelişmeler, bu havaya gölge düşürdü. Yolsuzluk ve rüşvetle ilgili kampanyayı izleyen olaylar, hükümetin bunu dış kaynakla bir komplo olarak nitelendirmesi, emniyette ve yargıda geniş bir tasfiyeye ve yeni bir yapılanmaya girişmesi, Brüksel’de eleştirel tepkilere yol açtı.
Başbakan Erdoğan buna karşılık vermekte gecikmedi. Ankara ile Brüksel arasında bir söz dalaşı başladı.
Zıt görüşler
İşte Başbakan’ın Brüksel ziyareti şimdi böyle bir havada gerçekleşiyor. Bugün yapılacak olan görüşmelerin öncelikli amacı, 17 Aralık krizinin Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek, yani bir nevi “hasar tamiri”ne girişmek olacaktır.
Bu görüşmelerden bir ortak anlayış çıkabilecek mi, yoksa bazı karamsarların öngördüğü gibi ipler kopacak mı?
Aslında şu anda iki tarafın pozisyonları oldukça açık ve aynı zamanda birbirine epey zıt.
Erdoğan hükümeti 17 Aralık operasyonlarının Gülen cemaatinin bir tertibi olduğunu, bir kısım emniyet ve yargı mensuplarının “paralel devlet” kurduğunu, buna bazı dış güçlerin de destek verdiğini, oysa devletin kendisini bunlardan korumak için birtakım yasalar düzenlemek, atamalar, yer değiştirmeler gibi uygulamalara başvurmak zorunda olduğunu öne sürüyor. Bu bağlamda iktidar, AB’nin eleştirel tepkilerine kızıyor, onun tarafsız davranmadığını iddia ediyor...
AB yetkilileri ise Hükümet’in asıl yolsuzluk ve rüşvet sorununu ele alması gerekirken, bununla ilgili ifşaatı yapanları hedef aldığını, kitle halinde tasfiyelere giriştiğini ve HSYK gibi yüksek yargı organlarını kendi kontrolü altına almaya kalkıştığını belirtiyor ve bu uygulamanın AB’nin temel kriterlerine ters düştüğünü, yargının bağımsız ve tarafsız tutulmasının şart olduğunu öne sürüyorlar...
İpleri koparmadan...
Bu konuda Brüksel’deki tartışmaların oldukça hararetli cereyan edeceği ve yukarıda belirttiğimiz gibi müzakere sürecinin hızlandırılmasıyla ilgili önerilen ikinci plana düşeceği anlaşılıyor.
Kuşkusuz iki taraf da argümanlarıyla karşısındakini ikna etmeye çalışacaktır. Eğer bu konuda bir ortak anlayış sağlanırsa, Brüksel ziyareti olumlu geçmiş olacak, esas sürecin önü açılacaktır.
Aksi halde, ilişkiler gene kritik bir döneme girecek, süreç tıkanacaktır.
Ama bu, Türkiye-AB ilişkileri kopacak demek değil. İki tarafta da en azından diyalogu sürdürmek iradesi mevcut.
Öyle olmasaydı, bu zor şartlarda Brüksel randevusu gerçekleşmezdi.