Medya pek ilgi göster- medi ama İstanbul geçen hafta Türk dış politikası bakımından önemli sayılan bir uluslararası konferansa ev sahipliği yaptı.
Konferansın ilginç yanı, konukların “ta dünyanın öbür ucu” diyebileceğimiz, Pasifik Okyanusu’ndaki adalardan gelmesi. Çoğumuzun isimlerini dahi pek duymadığı adalar: Kiribati’den Nauru’ya, Samoa’dan Palau’ya, Tuvalu’dan Vanuatu’ya varıncaya kadar toplam 14 “küçük ada-devlet”... Bunlar uluslararası platformda “Pasifik Gelişmekte Olan Ada Ülkeleri” (PSİD) adıyla anılıyor.
Boğaz’a nazır Tarabya Oteli’nde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığında yapılan 2 günlük konferansın başlığı da şöyle: “Boğaz’dan Pasifik’e: Sürdürülebilir Kalkınma İçin Sürekli İşbirliği”...
Toplantıda Türkiye’nin önayak olduğu çeşitli işbirliği projeleri görüşüldü. Bu arada Davutoğlu, Türkiye’nin ilk kez bu ada-devlet topluluğunda bir büyükelçilik açacağını açıkladı.
Bakanın verdiği bilgilere göre Türkiye 2012’de bu devletçiklere 5 milyon dolar tutarında ekonomik yardımda bulundu. Bu yıl da bu çapta bir destek öngörülüyor.
Beklenen karşılık
Türkiye’nin sponsor olacağı projelerden biri Solomon Adaları’nda hastanelere hasta nakli için 4 adet cankurtaran teknesinin sağlanması, bir diğeri de Kiribati’de cinsel şiddetle mücadele programına 100 bin dolarlık bir mali yardımın yapılmasıyla ilgili...
Davutoğlu’nun deyişiyle, Türkiye bu bölgeye gösterdiği yakın ilgi ve sağladığı destek sayesinde “büyük saygınlık” kazandı. Bu da Türkiye’nin “küresel bir aktör” olarak rolünü gösteriyor...
Bakanın bu devletçiklerin Türkiye’nin önümüzdeki yıl BM Güvenlik Konseyi üyeliğine adaylığı konusunda destek vaat etmelerine değinmesi, Pasifik açılımının esas amacını da ortaya koyuyor. Bu 14 ada-ülkenin çok küçük nüfuslarına rağmen, BM’de eşit oy hakkı var. Bu bakımdan onların Güvenlik Konseyi üyeliği için oylamada katkısı önemli.
Bu yaklaşım, bugünkü iktidarın “küresel aktör” olma ve prestij kazanma arzusunun da bir yansımasıdır.
Kuşkusuz Türk dış politikasının giderek bütün dünyaya açılması ve yeni ilişkiler kurması önemlidir.
Ancak, konuya daha geniş açıdan, Türk dış politikasının ana hedefleri, ülkenin kapasiteleri ve bu tür açılımların pratik sonuçları perspektifinden de bakmak gerek.
Öncelik ve imkânlar
Ankara merkezli Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi (USAK) Başkanı, eski Büyükelçi Özdem Sanberk’e göre, yeni açılımlar yapılırken, “Türk dış politikasının önceliklerini ve kaynakların rasyonel tahsisini” göz önünde bulundurmak şart.
Deneyimli diplomatın hatırlattığı gibi, zaman zaman yeni açılımlar uğruna, Türkiye’nin esas önceliği olan Avrupa va Batı ile ilişkiler geri plana itilmiştir. Bugün de bu öncelik değerini korumaktadır.
Sanberk’in değindiği diğer parametre, Türkiye’nin imkân ve kaynaklarının belirlenen hedeflerle orantılı olmasıdır. Bunda da ülkenin ekonomik, siyasal ve sosyal durumu ve kapasitesi belirleyici faktörlerden biri sayılmalıdır.