YazarlarRum komşuya aşure dağıtır gibi...

Rum komşuya aşure dağıtır gibi...

28.09.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Rum komşuya aşure dağıtır gibi...

Rum komşuya aşure dağıtır gibi...



"Engin'le ilk kez, geleneksel Yunan yemekleriyle dolu bir sofrada karşılaştım... yemek kültürü hakkında konuşurken duyduğumda, Öteki'den mi yoksa benden mi söz ediyor anlayamadım.
Engin'in yanında Amerikalı bir kadın meslektaşımız, onun yanındaysa İspanyol kadın meslektaşımız oturuyordu. Bense, hayranlıkla Engin'in en güzel biçimde, Anadolu'da pide yapmak için hamurun nasıl kulak memesi kadar yumuşadığını, memleketi Ula'da tarhanayı nasıl güneşte kuruttuklarını anlatışını dinliyordum. Engin tıpkı benim ninem, Maria'nın dediği gibi, ekmek kırıntılarını atmanın günah sayıldığını anlatıyordu.
Onun "Kapamanın lezzetli olması için soğanın sesi gelmeli" deyişini, kurabiyelerin "iyi" tereyağından yapılması gerektiğinin altını çizmesini dinliyordum.
...
Engin ülkesine döndü. Aradan koskoca dört ay geçti ve bu yeni bir kitap fikri, itiraf etmekten korktuğum, gerçekleşmemiş bir tutku gibi yüreğimi kemirmeye başladı. Bir salı günü, telefonu açıp, sözü fazla uzatmadan Engin'e, birlikte kitap yazmayı önerdim. Hemen kabul etti.
...
Kitabın Küçük Asyalı ninemizin her Paskalya Yortusu'nda Türk komşusuna sunduğu bir sepet kırmızıya boyalı yumurta kadar, içtenlikle, doğal biçimde, iyi niyet ve samimiyetle yazıldığının farkına varıyorum.
Samimi ve insanca; Türk kadınlarının, İstanbul'daki Rum komşularına aşure dağıtmaları gibi..."
Mirsini Lambraki'nin, yemek yazarı Engin Akın ile kaleme aldığı "Aynı Sofrada İki Ülke / Türk - Yunan Mutfağı" kitabının önsözüne koyduğu bu son satır olmasaydı, belki de ilk anda kitap beni bu kadar sarmayacaktı.
Bildiğim bir hali getirdi gözümün önüne Lambraki. Moda'daki komşularımız dünyanın şu anda neresindeler bilmiyorum ama aynen böyleydi; biz onlara aşure dağıtırdık, onlar boyalı yumurta!

Zeytinlik Köyü'nü, helvayı anlatıyor
Engin Akın'ın soframızla sınırlı kalmayan zenginliğini bu kitapla görmüş olduk. Ne yalan söyleyeyim, son zamanlarda elime geçen en güzel eser!
Yalnızca iki ülkenin yemek tariflerini vermiyor yazarlar kitapta, kültürlerimizi de aktarıyorlar.
Sıcak günlerde hızlı içilen soğuk ayranın mideyi rahatsız etmemesi için saman çöpü ile sunulması; nisan ve mayıs aylarının ıtırlı otları ile beslenmiş koyunların sütünden yapılan Urfa tereyağı; Türk ve Yunanlıların dibek kahvesi içmek için ziyaret ettikleri Gökçeada'nın Zeytinlik Köyü'nü ve helvayı anlatıyor Akın...
"Şerbet, helva gibi şekerli tatlar dinin tatalı yemeyi teşvik etmesinden güç almıştır. Kur'an'da helvanın, bıldırcın kebabı ile birlikte Yahudilere Sina Gölü'nü geçerken Tanrı tarafından gökten indirildiği yazılıdır."
Sarayda tüketilmek üzere her sonbahar sadrazam nezaretinde 4 bin kadar sığırın etinden pastırma yapıldığı da yine aynı satırlarda yer alıyor.
Lamraki hepimizin merak ettiği konuya giriyor, dolmaya değiniyor. Hani Türk mü, Yunan yemeği mi diye tartıştığımız durum; musakka, kahve, cacık...
"Bütün Yunanistan'da, en bilinen yemeklerden biri de dolmadır. Dolma, lahana, labada ya da kundağa sarılmış İsa'yı simgelediğine inanılan konserve asma yaprağından yapılır."
Dolma tarifine geçilince yazarlar yerel kalmayı tercih ediyorlar: İstanbul usulü yalancı dolma, Tokat sarması, kurulu dolma, tahinli dolma.
Dolma içinin temel malzemelerinden pirincin önemini gözardı ettiğimizi de yine bu kitaptan öğreniyorum.
14. yüzyılda Türk adetlerine göre yolluk olarak hazırlanan tulumlarda yağ, un ve pirinç bulunurmuş ve Avrupalılar pirinçten yapılan pilava "Türk pirinci" adını verirlermiş. Yazar P. Valle'nin "Eğer pirinç yoksa buna Türk usulü yemek demiyorlar" cümlesi de kayıtlara girmiş.
Bir yandan okuyup, öbür yandan denenecek, torunlara saklanacak; bu tariflerle çok dolma, muhallebi, pilav, zeytinyağlı tüketilecek ve bu kitapla dostuluk üretilecek.