Köy enstitülerinin ülkemizde eğitim tartışmalarında özel bir yeri bulunmaktadır. Cumhuriyet kurulduğunda savaş yorgunu bir toplum vardır ve nüfusun %80’ninden fazlası köylerde yaşamakta ve eğitimsizdir. Köy enstitüleri böyle bir ortamda doğmuştur. Ancak, köylerdeki vatandaşların eğitime erişim sağlaması ve tarımsal kalkınmada desteklenmesinin ötesinde ikinci bir fonksiyon daha yüklenmiştir. Bir başka deyişle, köy enstitüleri ile bir taraftan eğitime erişimi artıracak ve tarımsal kalkınmaya katkı verecek diğer taraftan Cumhuriyet insanı yetiştirmeyi sağlayacak bir eğitim modeli inşa edilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla, köy enstitüleri sadece bir eğitim kurumu değil, ayrıca bir endoktrinasyon aygıtı olarak yapılandırılmıştır.
Köy enstitülerine giden yolda ilk denemeler Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan döneminde ‘Köy Eğitmen Projesi’ ile başlar. 1937-1940 yılları arasında uygulanan bu proje ile askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan köylü gençler 6 aylık kurslardan geçerek köylerde eğitmen olarak görevlendirilir. Başarılı olan proje yeni düzenlemelerle yaygınlaştırılır. Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde 17 Nisan 1940’da kabul edilen kanunla köy enstitüleri kurulur. 1942 yılında, köy enstitülerinin öğretmen ihtiyacını karşılamak başta olmak üzere gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü kurulur. Her iki dönemde de köy enstitüleri modelinin arka planında İsmail Hakkı Tonguç vardır.
5 yıllık eğitim süresine sahip köy enstitülerinde sadece köy öğretmeni değil, ayrıca köylere faydalı olacak meslek mensuplarının yetiştirilmesi amaçlanır. Enstitülere sadece köylü gençler alınmakta, konum olarak da tarıma elverişli arazisi bulunan şehir ve kasaba dışındaki yerler seçilmektedir. Kanunun yürürlüğe girmesiyle 21 köy enstitüsü kurulur. Enstitülerin müfredatına bakıldığında yukarda değinilen ikili yapı açıkça görülmektedir. 5 yıllık eğitimin yarısı kültür derslerine, diğer yarısı ise tarım dersleri ve teknik derslere ayrılmıştır. Kültür ve sanat etkinlikleri yoğun bir şekilde gerçekleştirilirken klasikler başta olmak üzere yoğun okumalar yapılmakta ve çıkartılan dergilerle yazma ve içerik üretme kapasitesi oluşturulmaktadır.
Enstitü Kuşağı
Öncelikle önemli bir farklılığın vurgulanması gerekiyor. Atatürk döneminde uygulanan ‘Köy Eğitmen Projesi’ kısa süreli (6 aylık) ve doğrudan amaca yönelik bir proje iken İsmet İnönü dönemindeki ‘Köy Enstitüsü Projesi’ daha uzun süreli (5 yıllık) ve asıl amacının ötesinde ikinci boyutun (endoktrinasyon) eklenerek köy eğitmen projesinin yeniden yapılandırıldığı yeni bir projedir. Dolayısıyla, köy enstitülerinin misyonu iki-boyutludur: “..Köy Enstitüleri, köyde eğitim sorununun çözerken aynı zamanda köyde modernleşmeyi gelişmeyi hızlandırmayı hedeflemekteydi. Burada uygulanan ve esas alınan modern yaşam davranışları ve araçları önce enstitü yakınlarındaki köyler, sonra enstitüden mezun olan öğrenciler aracılığı ile tüm ülkeye aktarılacaktı…”( Nihal Yıldız ve Osman Akandere, Köy Enstitülerinin İdeolojik Yapısı, Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, 2017, sh.283). Hem o dönemde hem de sonrasında yapılan tartışmalara bakıldığında tartışmaların odağının köy enstitülerinin birinci boyutundan çok ikinci boyutu ile ilgili olduğu görülmektedir.
Enstitülerin özellikle bu ikinci boyutu, diğer alanlarda akademisyen, sanatçı, yazarların çekirdeğini de oluşturarak köy enstitülü bir kuşağın oluşmasına katkıda bulunmuştur. Örneğin, sadece İvriz Köy Enstitüsü’nden 20 profesör, 40 öğretim görevlisi, 2 bakan, 6 milletvekili, 18 bin 839 köy öğretmeni, 8 bin 175 eğitmen, bin 977 sağlıkçı ve hemşire ve 221 dal öğretmeni çıkmıştır (sh.293). Bir başka deyişle, Cumhuriyetin ilk aydınları, entelektüelleri, akademisyenleri, sanatçıları ve yazarlarının çoğunun ya köy enstitülerinde eğitim görmüş ya eğitim vermiş ya da gönül bağı olan kuşaklar olduğu görülmektedir. Köy enstitülerine yönelik içerik ve literatür üretimin bu kadar kapsamlı ve yaygın oluşu da bu kuşak üzerinden mümkün olmuştur. Dahası, köy enstitülerinin kapatılması üzerinden yaklaşık 70 yıl geçmesine rağmen köy enstitülerine yönelik tartışmaların halen devam etmesi de buna işaret etmektedir.
Yapılan Tartışmalar
Tartışmalarda köy enstitülerinde okumaya gelen köylü gençlerin okul binalarının yapımında aşırı çalıştırıldıkları, bu nedenle bazılarının hastalandığı, sakatlandığı veya öldüğü üzerinedir (sh.286). Diğer okullarda böyle bir uygulamanın olmaması, köy enstitülerine sadece köylü gençler alındığı için şehirli ve köylü ayrımı yapıldığı ve eşitsizlik üretildiği yönündeki tartışmaları artırmıştır. Aynı durum şehirlerdeki öğretmenler ve köylerdeki öğretmenlerin yükümlülükleri açısından eşitsizlikler bağlamında da tartışılmıştır. Dahası, köy enstitüsü mezunlarının 20 yıl köylerde zorunlu hizmete tabi tutulması bu tartışmaların şiddetini artırmıştır. Bu bağlamda Kemal Tahir, köylüyü ağır yüklerle köye mahkûm ettiği, üstelik ideolojik yük yüklemeye çalıştığı için köy enstitülerini en fazla eleştiren aydınlar arasında yer almıştır.
Tartışmalarda köy enstitülerden asıl murad olan birinci boyutunun, yani köy kalkınmasında önemli katkılar sağlamasının yetersiz kaldığı, ilave destekler olmadan bunun sağlanamayacağı da tartışmaların ana gündeminde yerini almıştır: “…Sadece okuma yazma ile köyün kalkınmasının sağlanamayacağı, önce köyün yaşam düzeyinin değiştirilmesi gerektiği, enstitü sisteminin bir ütopyadan oluştuğu, köy ve köylüyü sömürme amacı güttüğü, öğretmene maaştan başka ev ve toprak verilmesinin öğretmeni sömürücü sınıfa kattığı gibi eleştiriler hep sol görüşlü kısımdan gelmiştir…” (sh.293). Köy enstitülerine özellikle ikinci boyutla ilgili kaldıramayacağı aşırı misyon yükleme beraberinde deformasyonları da getirmiştir. Bu kapsamda örneğin, bazı enstitü müdürlerinin yerel hiyerarşinin üzerine çıkarak gözleme, denetleme ve sonrasında şikâyet mekanizmaları işlettiği görülmektedir.
Köy enstitüleri üzerine tartışmaların odağını bu kurumlarda ‘sol görüşün hâkim olduğu’ bir eğitim ortamının olduğu iddiası oluşturmaktadır (sh.288). Özellikle kütüphanelerdeki kitaplar, okuma saatlerinde okunan kitaplar, tiyatrolarda sergilenen eserler, enstitülerin dergilerinde yazılan yazılar üzerinden yoğun tartışmalar yapılmıştır. Aslında, bu bağlamda yapılan tartışmalarda enstitü mezunlarının ağırlıklı olarak sola yakın oldukları teslim edilmektedir: “Köy Enstitülerinde ideolojik fikirler mevcuttu. Enstitü mezunlarının büyük çoğunluğunun sol görüşlü olduğu böyle bir araştırmanın temelini oluşturmuştur. Enstitülerde ideolojik hiçbir kavram verilmediğini belirtenler (ki az da olsa bunun akside mevcuttur) sol görüşlü olma nedenlerini ise devrimciliği, ilericiliği, çağdaşlığı kendine amaç edinmiş bir kurum olan köy enstitülerinden mezun olmalarına ve bu niteliklerinde sol görüşte daha çok var olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktadır…” (sh.312).
Köy enstitülerinde benimsenen pozitivist felsefe, eğitim, okuma ve içerik üretme süreçlerine de yansımıştır (Turan Akman Erkılıç, Eğitim Felsefesi Açısından Köy Enstitüleri, 2013, sh.13). Diğer taraftan din ile mücadele, sınıfsız toplum oluşturma, emeğe vurgu ve pozitivist felsefe o dönem okunan klasiklerin ana temaları arasındadır. Dolayısıyla böylesi bir iklimde köy enstitülerindeki kültürün köye ve köylüye ütopik yaklaşımlara yol açtığı, köydeki yapıların gerçeklikten kopartılarak okunan klasiklerdekine benzetilerek aşırı anlamlar yüklendiği, örneğin bu kapsamda köy enstitülerine direncin feodal yapılarla (köy ağaları veya toprak ağaları) ilişkilendirildiği ve dahası enstitülerin bu yapılara ‘bir başkaldırı’ olarak değerlendirildiği görülmektedir (sh.308). Bu yaklaşımlar, köy enstitülerinin bağlamından koparak nasıl farklı bir zemine kaydıklarına işaret etmektedir.
Dahası, bu yaklaşımda Türk köylüsü, ezilmiş ve pasif olarak varsayılmakta ve dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Oysa Mehmet Kaplan’ın 1971 yılında yayımlanan bir söyleşide ifade ettiği gibi Türk köylüsü bu kalıba sığmaz: “…Bu tavır şimdiye kadar pasif bir tavır olarak ele alınmış, Türk köylüsü “ezilmiş insan” tipi zannedilmiştir. Görüyoruz ki bu bakış tam doğru değildir. Bugün aydınların hayretle müşahede ettikleri bir vaka var: Türk köylüsü köyünden çıkıyor, şehre geliyor, şehirleri inşa ediyor. Türk köylüsü Avrupa’ya gidiyor, Almanya’da çalışıyor. Demek ki Türk köylüsünde kaderine razı olacak insan tipi yok, tersine aktif, yaşamayı, mücadeleyi seven, sevgi tarafı galip, yaratıcı, ailesine, çocuklarına, memleketine bağlı, sıcak bir tiptir Türk köylüsü…Rusya’dan gelen “sosyal realizm” görüşü Türk tarihine ve mizacına uygun değildir, yani Türk köylüsü mujik değildir. Türkiye’nin asırlardan beri gelen sosyal yapısı Rusya’dan çok farklıdır.” (Kolaya Kaçmayalım, Kemal Tahir, KeTeBe Yayınları, 2024, sh.203-204).
Diğer taraftan, bu süreçte ıskalanan bir başka konu dünyadaki ve dolayısıyla ülkemizdeki siyasi dinamiklerdeki değişimdir. Aynı dönemde Türkiye, Rusya’ya karşı Amerika yanında konumlanmakta ve ‘komünizmle mücadele’ yaygınlaşmaktadır (Mehmet Anık, Bir Modernleş(tir)me Projesi Olarak Köy Enstitüleri, Divan İlmi Araştırmalar, 2006, sh.306-308). Dolayısıyla, daha Demokrat Parti iktidara gelmeden köy enstitülerine yönelik bu bağlamda şikâyetlerin artması ve nihayetinde Hasan Ali Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un görevden alınmaları manidar ve takip edilen dış politika ile uyumludur. Hasan Ali Yücel’in kızı Gülümser Yücel de bu etkiyi kabul etmektedir: “…İkinci Dünya Savaşı yılları, Amerika Birleşik Devletleri’nin gücü belli, İnönü o tarafa yaklaşmak istiyor. Kaçınılmaz olarak Birleşik Devletler tarafından öne sürülen çeşitli şartlar var…”( ‘babam hasan ali yücel: Gülümser Yücel Kitabı’, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, sh.198). Bu görevden alınmalar, CHP içerisinde alınganlıklarla tartışmalara yol açsa da aslında köy enstitülerinin meşruiyet zeminlerini artık kaybettiklerine işaret etmektedir. Zaten, Hasan Ali Yücel’den sonra Milli Eğitim Bakanlığı yapan Reşat Şemseddin Siner döneminde köy enstitülerine yönelik soruşturmaların da giderek arttığı görülmektedir.
Özetle, köy eğitmen projesinin devam olan köy enstitüleri bir dönem fonksiyonlarını icra etmiş ve köylerde öğretmen ihtiyacının karşılanması noktasında katkı sağlamıştır. Ancak, köy enstitülerine bu bağlamın dışında misyonların yüklenmesi daha kuruluş aşamasında tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Özellikle endoktrinasyon odaklı toplum mühendisliği fonksiyonu tartışmaların odağını oluşturmuştur. Asıl amacı olan köy kalkınmasından saparak köylüye rağmen ideolojik endoktrinasyona kayması meşruiyet zemininin ortadan kalkmasını hızlandırmıştır. Köy enstitü eğitim kadrosu ve mezunlarının daha sonraki kariyerleri, bu içselleştirilmiş durumun ve kendilerine aşırı misyon yüklemenin devam etmesini ve ülkemizde bu bağlamda üstenci retoriğin güçlenmesini sağlamıştır. Dahası, kendini merkeze alarak sorunu dışarda gören, dışarıyı yekpare değerlendiren ve dönüştürmeye çalışan yankı odaları davranış kalıbının da oluşmasına yol açtığı söylenebilir. Köy enstitülerine yönelik eleştirilere yapılan savunmalardaki retorikte bu üslup kalıpları açıkça görülebildiği gibi günümüz eğitim tartışmalarında da izlenebilmektedir.