Cezaların türü, süresi veya miktarı, suçu işlemekten caydıracak kadar olmalı, ne az ne de fazla. Az olursa, insanlar suç işlemekten kaçınmaz, fazla olursa da toplumsal vicdan sızlar
Meclis yeniden işbaşı yapınca, birçok mağdur gurupları gözünü Meclis çalışmalarına dikti.
Bu köşede, en fazla gündeme taşıdığım mağdur gurupları süresiz nafaka ve karşılıksız çek mahkumları. Bugün ise Vergi Usul Kanunu (VUK) 359’uncu maddenin mahkumları ya da mağdurlarının dertlerini paylaşacağım. 359. madde vergi kaçakçılığı suç ve cezalarını düzenliyor.
2018 adli istatistiklere göre, verilen kararlardaki ilk iki suçun % 75.6 oranı ile 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadale Kanunu’na, % 74.8 oranı ile VUK’na muhalefet suçları olduğu görülüyor. VUK muhalefetten 20.672 dava açılmış, bu kamu davalarında 33.808 ceza davası konusu olmuş, 22.848 mahkumiyet kararı verilmiş.
Vergi kaçakçılığı suçunun mağduru ‘kamu’dur. Bir suçun mağduru, suç ile korunan hukuki değerin sahibi olan kişi veya kişilerdir. VUK 359 sahte belge düzenleme ve kullanmayla ilgili olduğundan, beyana dayalı vergi sisteminin işleyişinde önemli rolü bulunan defter, belge ve kayıtlara karşı güven duyan toplumu oluşturan tüm bireyler, bu suçun mağdurudurlar.
VUK md 359/2-b diyor ki, belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Daha somut bir ifadeyle söylersek, sahte bir fatura düzenlemek de, bu sahte faturayı kullanmak da ayrı suçlardır. Yani bir kişi sahte fatura düzenledi, cezalandırılacak, sahte belgeyi kullandı, bunun için de ayrıca cezalandırılacak.
Yargıtay kararları
Gerçek bir mal veya hizmet satımı olmamasına rağmen, gerçek bir muamele veya durum olmmasına rağmen, bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir, fatura sahte faturadır.
Kanun koyucunun takdiridir, suçun ağırlığına, her suç bir kötülük içerdiğinden, suçtaki kötülüğün yğunluğuna göre uygulanacak cezayı belirler. Buraya kadar olan yasal düzenlemede bir sorun yok! Asıl sorun Yargıtay uygulamasında başlıyor.
Diyelim ki mükellef 2018 Yılında -sayısı gerçi önemli değil ama- 100 kere farklı zamanlarda sahte fatura düzenledi. 10 tane de sahte fatura kullandı. Bu kişiye bir kere sahte fatura kullanmaktan, bir kere de düzenlemekten iki defa en az üç olmak üzere toplam en az 6 yıl, en fazla 10 yıl hapis cezası veriyor. Bu mükellef 2019 yılında da 50 sahte fatura düzenlemiş ve kullanmış olsa, aynı cezayı bir kere daha alıyor.
Yani Yargıtay diyor ki, her yılı bir suç olarak kabul ederim, ve sahte fatura düzenleme ve kullanma 4 yıl sürmüşse, toplam en az 24 yıl, en fazla 40 yıl hapis cezası verilmesini onarım.
Her mali yıl bir suç dönemi olarak kabul ediliyor. Örneğin eylem sadece Aralık 2018 ve Ocak 2019 zaman aralığında olsa iki kere cezalandırılıyor, ama diğer yıla sarkmadan 12 ay boyunca bütün yıl devam etse, sadece bir kere suç işlenmiş gibi kabul ediliyor.
Yıl hesabı yapılıyor
Mağduriyeti aslında VUK md 359/2-b düzenlemesinin kendisi değil, Yargıtay’ın uygulaması yaratıyor. Örneğin daha 2019 yılında bir sanığa 2010, 2011 ve 2012 takvim yıllarına ilişkin sahte fatura düzenleme ve kullanma eylemleri sebebiyle ayrı ayrı VUK 359/b-1, TCK’nın 62, 53. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılarak verilen, toplam 18 yıl 9 ay hapis cezası onandı. Yargıtay 11’inci Ceza Dairesi Başkanı’nın karara muhalif kaldığını, sanığın tek bir kere cezalandırılması gerektiğini belirttiğini de vurgulayım.
Sonuçta, suçun ağırlığı ve cezası arasındaki caydırıcılık bağı kopuyor, cezası caydırıcılıktan öte, mükellefin ‘imhası’ gibi sonuç doğuruyor. Oysa cezaların türü, süresi veya miktarı, suçu işlemekten caydıracak kadar olmalı, ne az ne fazla. Az olursa suç işlemekten insanlar kaçınmaz, fazla olursa toplumsal vicdan sızlar ve mahkumun ıslahı ile topluma yeniden kazandırılması imkansız hale gelir.
11’inci Ceza Dairesi Başkanı’nın görüşü gibi, birden fazla yıla yayılan VUK md 359/2-b eylemleri zincirleme suç olarak kabul edilir, bir suç işleme kararının icrası kapsamında değerlendirilirse, mağduriyet ve cezaların ‘imha ediciliği’ giderilmiş, mahkumun ıslahı ve topluma kazandırılması olanağı verilmiş olur.
Nihayetinde kanaatimce Meclis yapacağı bir değişiklikle, vergi kaybının miktarı ve düzenlenen sahte belgenin sayısını esas alan bir düzenleme getirirse, vicdani bir rahatlama meydana gelecektir.
İstanbul Barosu seçimleri
Çoklu baro, nispi temsil tartışmaları arasında nihayet barolarda seçim mevsimi geldi çattı. Resmi olarak İstanbul 2 Nolu Barosu kurulduğundan, İstanbul 1 Nolu Barosu’nda bu hafta sonu seçimler olacaktı. Ancak hiçbir zaman yeter sayıya ulaşılmadığından, asıl seçimli genel kurul her zaman bir hafta sonraya kalırdı. Dün yayımlanan İçişleri Bakanlığı Genelgesi ile bütün meslek odaları gibi baro seçimleri de 1 Aralık’a kadar ertelendi.
1 Aralık’a kadar yeni adaylar çıkar mı, mevcut adaylar çekilir mi, bilinmez, ama şimdiye kadar 7 kişi 7 grup adına adaylığını açıkladı. Bunların üçü farklı oluşumları temsil ediyor; Avukat Hakları Grubu Adayı Av. M. Gökhan Ahi, İstanbul Milliyetçi Avukatlar Grubu Adayı Av. Kaptan Yılmaz, Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Adayı Av. Sezin Uçar. Diğer dört aday ise temelde ve kökende Çağdaş Avukatlar Grubu’na dahil olup kendi adaylarını çıkaran gurupların adayı. Av. Ata Yazıcıoğlu Çağdaş Avukatlar Grubu’nun adayı. Hatta üç adayın temsil ettiği grubun ismi, ‘Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu’ diye başlıyor; Görevdeki Başkan Av. Mehmet Durakoğlu, Av. Hasan Kılıç (Yükseliş Hareketi), Av. Uğur Poyraz (Değişim Hareketi) bu grupların adayı.
İhtisas baroları kurulsun
Anayasa Mahkemesi’nin çoklu baro düzenlemesini anayasaya aykırı bulmamasından sonra artık bu gidişle her gurup kendi barosunu kuracaktır. Kim bilir avukatlar için belki öylesi daha iyi olur. Belki ceza hukukçuları kendi barolarını, idare hukukçuları, medeni hukukçular kendi barolarını kurarlar. Siyası guruplara göre değil, uzmanlık alanlarına göre baro kurulması artık düşünülebilir. Bu da dünyada ilk olur ve kaliteli yargının temeli atılmış olur.