Fikirler gelir, bir anda insanın içinde ampuller yanar, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşir, hücrelerinin her biri bir anda dans etmeye başlar. O kadar çok hatırlıyorum ki “Bir fikrim geldi” diyerek arkadaşlarımı aradığımı, ballandıra ballandıra fikrimi anlattığımı ama bir süre sonra hepsini unutup gittiğimi. Arkadaşıma anlattıysam yine iyi, az da olsa hatırlamak için şansım var, arkadaşım “Senin o fikrin ne oldu?” diye sorabilir, bana detayları hatırlatabilir ama duşta ya da tam uyanmak üzereyken, uykuyla uyanıklık arasında ya da meditasyonda geldiyse fikrim işte o kaybolmaya yatkın. Hayır, kaybettiğime üzülmek yetmiyormuş gibi bir de sonra o fikrimi bir başkasının yaptığını gördüğümde hissettiğim duygu var ya, işte o çok da sevimli bir şey değil. İşin yoksa otur bir de o duygudan arınmaya çalış…
Yazmak için farkındalık, farkındalık için yazmak diyorum ya her zaman şimdi yine diyeceğim ve ekleyeceğim; Hatırlamak için yazmak, yazmak için hatırlamak gerek.
Fikir seni heyecanlandırıyorsa ona özen göstereceksin. Sen ona
“Bir anlatsam roman olur.” Kaç kere geçirdiniz içinizden ve hatta belki de dışınızdan, kaç kere duydunuz bir başkasından? Yoksa siz, “Hayatım çok sıradan, anlatacak hiçbir yanı yok, geldik gidiyoruz işte,” diyenlerden misiniz?
Öyle ya da böyle her birimiz bu yaşamdayız. Her birimiz kendine özgü ve biricik bir hikâyenin parçalarıyız. Hikâyenin iki perdesi var; bir tanesi şimdiye kadar yazılmış ve oynanmış olan, bir diğeri şimdiden sonra yaşayacağımız bölüm. Kendi adıma, durup ilk perdeye baktığımda başkaları tarafından yazılmış bir hikâyeye acemice uyum sağlamaya çalıştığımı farkına vardım. Bana ait olmayan kostümlerin üzerimde nasıl sakil durduklarını, beni boğduklarını, dar gelen etekler yüzünden adım atamadığımı, bol paçaların içinde kaybolduğumu fark ettiğimde başımdan aşağı kaynar su döktü birileri. Canım yandı. Her yanım yara bere içinde kaldı. Ağlamaktan içim çıkıyor sandım. Bir daha nefes alamayacağım diye geçirdim içimden.
Yazdıklarımı yırtıp çöpe atmak
Odaklanamıyorum. Zamanımı yönetemiyorum. Ne o zaman kontrolü benim elimde ama ben hiçbir şeyi kontrol edemiyorum. Aklımda onlarca proje ama her biri yarım yamalak. Neye nerede başlayacağımı bilmiyorum. Yığın oldu her şey üzerime geliyor.
Tanıdık geldi mi?
Geldiyse size birkaç uygulama önerisi. Benim işime yaradı, bakarsınız sizin işinize de yarar.
-Öncelikle masamı toparladım. Bana ilham olan kristal taşlarım, mumlarım ve beni ateşleyecek seramik koç sembolüm haricindeki ne varsa yerlerine kaldırdım.
-Aklımdaki, zihnimdeki beni bekleyen, yapmam gereken, yapmam gerekmeyen ama yapmak istediğim her ne varsa her birini zihin haritalarına oturttum. Yığın halindeki işler bir anda tek bir kağıda sığan renkler ve resimler halini aldı. Gülümsedim.
-Sonra kendime bir konu seçtim. Sadece bir tek konu.
-Ve sadece üzerinde çalıştığım konu ile ilgili kitapları, araçları masanın üzerine aldım.
-Cep telefonumu çalışma masamdan uzaklaştırdım.
Sabah insanı mısın, gece mi? Ben sabah insanıyım. Aklım da gönlüm de sabahın erken saatlerinde çalışıyor. Çocukken de öyleydim. Hatırlıyorum, bizim zamanımızda… Bizim zamanımızda mı dedim ben? Komik. Yüzüme bir gülümseme yerleşti bak şimdi. Hiç aklıma gelmezdi bir gün ağzımdan böyle bir kelam çıkacağı. Neyse, çıktı bir kere, devam. Bizim zamanımızda okula giderken bir grup sabahçı, bir grup öğlenci olurdu. Ben sabah gitmeyi sevenlerdendim. Geceleri sabahlara kadar ders çalışmak filan bana göre olmadı hiç. Yapmadım mı? Yaptım. Yaptım ama ne kadar verimli oldu? Tartışılır…
Sabahın erken saatlerinde dışarıdan gelen uyaranların az olmasını seviyorum. Odağımı daha kolay bir yerde tutabiliyorum. Eşim gececilerden. Onun da zihni hava karardıktan sonra aydınlanıyor.
Her birimizin beden yapısı farklı, her birimizin parmak izi farklı. Birimize iyi gelen bir başkasına iyi gelmeyebiliyor. Ondan sebep diğerlerinin ne yaptığını takip etmekten, kopyalamaya çalışmaktansa insan kendini keşfe çıkmalı. Hazineyi keşfettikten sonra geriye tadını çıkarmak
Ben bir meraklıyım. Öğrenme oburuyum. Daha bir bilgiyi hazmetmeden başka bir bilginin peşine takıldığım da oluyor, doymuş olduğum halde lezzetine doyamadığım için devam ettiklerim de. Bir yanım çocuk hala, ama öyle hemen “Ne güzel” deme, tüm hayatını çocuğa emanet ettiğinde neler olabilir düşünsene? Tam dönme dolaba giderken ilerideki çarpışan arabalara koşan çocuğun heyecanı yetişkin hayatlarda her zaman işe yaramayabilir, değil mi?
Hal böyle olunca, seneler önce dedim ki kendime; “Özlem, rutinler oluştur kendine, savrulma oradan oraya.” İşe yaradı mı? Çok… Beni sınırların içinde tuttu –esnetmeyi bilirsen sınırlar hiç de kötü değil bana kalırsa-, zamanımı ayarlamama yardımcı oldu, sağda solda yarım bırakılmış şeyleri toparlamama yardımcı oldu. Yaşım ilerledikçe, öğrenmeye başladıkça, kendimle dost olmaya alıştıkça kendimle ilgili rutinlerim ise baş tacım oldu. Güne kendime özenle başlamak…
Ve fakat, bir gün fark ettim ki bütün bu yaptıklarıma “rutin” değil
Dışarı çıkın ve kendinize bir rota belirleyin. Maskenizi taktığınızdan ve burnunuzdan nefes alıp verdiğinizden emin olun lütfen.
Duyduğunuz seslere odaklanın. Arabaların sesi hoşunuza gitmeyebilir, yine de birkaç dakika arabaların sesine odaklanın.
Daha sonra farklı bir sese yönelin. İnsanların ayak sesleri ya da rüzgârın sesi olabilir. Birkaç dakika tüm dikkatinizle bu sese odaklanın.
Sıra geldi tüm sesleri birlikte duymaya. Az önce seslere teker teker odaklandınız, onları teker teker hissettiniz, bedeninizde ve iç dünyanızda neler yarattıklarını gözlemlediniz. Şimdi dikkatinizi bir defada tüm seslere verin. Önünüzden, arkanızdan, sağınız ve solunuzdan gelen tüm sesleri dinleyin.
Ve şimdi görmeye çalışın.
Çevrenizdeki renklere, şekillere ya da eylemlere dikkat edin. Gördüklerinizi anlamlandırmaya, etiketlendirmeye çalışmayın. Sadece görün. Düşünmeyin. Olanı olduğu gibi görün sadece. Bir çiçekse gördüğünüz o çiçeğin güzel olup olmadığından, size anımsattıklarından ziyade
Öyle ya da böyle 2020 bitiyor, az kaldı. Yeni kapımızı çalıyor. Benim özelimde bir de Satürn'ün Oğlak burcundan çıkması var ki, tadından yenmez... Astrolojik detaylarına girmeyeceğim -zaten konuya o derece hakim değilim- ama diyebilirim ki son iki buçuk sene sert geçti. Hayatımda yazı, nefes, yoga olmasaydı sertlik daha fazla canımı yakardı sanırım.
İstedim ki yeni kapılardan girmeden önce kendimizi, niyetlerimi fark edelim. Niyetlerin arkasında saklanan gizli tohumları fark edelim. Benim için en keyifli farkındalık araçlarından birisi yazı. Yazının içindeki sembollerle, bazen hiç beklemediğim bir şekilde sembole bile ihtiyaç duymadan tohumdaki bilgi görünür oluyor. İşte o zaman işler çok daha kolay...
Ne demek istiyorum?
"Bahçeli bir evim olsun..." diye niyet ederken, onun arkasında yatan korkularım bir bir sıralanıyor: Param yok, çok pahalı, İstanbul'u bırakamam... İşte! Tohum bilgi yakalandı. O halde benim niyetim nedir? Öncelikle kazançlarımda bereketin artması... Belki kazanç kapılarımın değişmesi...
Özellikle niyetler ve değişim
Kasım’ın son haftasıydı. Hiç planlamadığım bir şey yaparken buldum kendimi, Instagram sayfamda bir oyun başlattım: Alfabe Oyunu… Her gün harf sırasıyla bir ifade yazıyorum, gerisini kişiler kendileri getiriyorlar. Kendim için başladığım oyun bir anda ortak paylaşıma dönüştü. Günün harfi, ifadesi ve 6 dakika. Daha önce anlatmıştım aktı dakika yazılarını ama kısaca tekrar edeyim; elinizi hiç kaldırmadan, zihnin devreye girmesine izin vermeden, noktalama işaretlerine ve yazdıklarınızın anlamlı olup olmadığına aldırmadan yazıyorsunuz, altı dakika bittiğinde kalemi bırakıyorsunuz. Harika bir farkındalık çalışması olduğunu düşünüyorum, düşünmekle de kalmayıp deneyimliyorum hem kendimden hem birlikte çalıştığım öğrencilerimden.
Yazı nerede tıkandı, nerede aktı, nerede kendinizi durdurdunuz, yazının neresinde bedeniniz nasıl bir hal aldı, yazının akışını nerede değişti ve hatta şekli değişti mi, nerede değişti? Kalem kâğıtla yazmak bana her zaman daha etkili geliyor bu çalışmada ama seçim sizin.
Ben bu yazıyı yazdığım gün “M” harfindeydi sıra.