Dünya üzerinde bir yılda meydana gelen 7’den büyük deprem sayısı 20’yi geçmiyor. Pazartesi yaşanan 7’den büyük iki deprem son derece olağandışı. Dünya üzerinde benzeri yok denecek kadar az.
Bir deprem yüzeye ne kadar yakın olursa o kadar büyük etki yaratır. 0 ile 60 km derinlikte yaşanan depremler sığ depremler diye tanımlanır. Yaşadığımız iki deprem de maalesef bu sığ depremler ve hasar o yüzden çok büyük.
Hasarın yayıldığı alanın yüzölçümü neredeyse İngiltere’ye eşit. Alanın büyüklüğüne bir de meteorolojik şartlar eklendi. Kar ve tipi yüzünden özellikle helikopter kullanımında zorluklar yaşandı.
İki gündür en çok Japonya’daki depremlerde bu kadar insan ölmüyor diye konuşuyoruz. Bilgi doğru ama kıyaslama parametrelerimiz doğru değil. Merkez üssü okyanusun tabanı olan, derin depremler ile bizim yaşadığımız iki sığ deprem oldukça farklı.
Fakat bina yapma biçimimizde yaşanan farklılıkları da görmezden gelmememiz gerek. Japonya’da insan yaşayacak her binanın projelendirmesini ve deprem performansını Kençikuşi adı verilen mimarlar yapabiliyor. Yine Japonya’da bir bina yapılmadan önce zemindeki sıvılaşma durumuna bakılıyor. Sıvılaşma beklenen yerde güçlendirme çalışması yapılıyor. Türkiye, bina yapılacak zeminleri 30 metreye kadar detaylı şekilde inceleme zorunluluğu getiren Eurocode standardını 2019’dan beri uyguluyor.
Seda Şendir Torisu, İTÜ mezunu, deprem araştırmalarında dünyaca ünlü Tokyo Üniversitesi’nde doktora yapmış genç bir bilim insanı. Kuzenim olmasının önemi yok; zemini sağlam olmayan binaların çelikten imal edilmiş olsa bile depremler sırasında devrildiğini anlatır her zaman. Bilgileri alt alta koyunca felaket şaşırtıcı olmaktan çıkıyor maalesef.
Gelelim arama-kurtarma faaliyetlerine... Bir arama-kurtarma timi minimum altı kişiden oluşur. Her timde dinleme-arama uzmanı, kurtarma uzmanı, acil müdahale uzmanı gibi çeşitli unsurlar yer alır. En uzun süren çalışma enkazda yerleri belli olmayan afetzedelerin kurtarılması için yapılır. Tüm çalışmalar, enkazda dikey ya da yatay ilerleme, destek sağlama gibi işlemler bir prosedüre bağlıdır. 10 il ve binlerce kilometrekarelik bir alanda yıkılan 5 bin 606 enkazın her birinde bir timi hazır etmek elbette kolay iş değil. Buna karşın beklenen Marmara depreminde sadece İstanbul’da 48 bin binanın yıkılacağı tahmin ediliyor. Türkiye’nin arama-kurtarma eğitimi almış, düzenli tim sayısı ve ekipmanı yeterli mi acaba diye düşünmeden edemiyor insan.
En çok konuştuğumuz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin devreye girmesi meselesine gelince… İlk gün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin özel eğitimli, 3 bin 500 arama-kurtarma personelinin tamamı sahaya çıktı. Ambulans uçaklar İstanbul ve Ankara’ya ağır yaralıları taşıdı. İskenderun-Mersin arasında toplam sekiz gemiye tahliye görevi verildi. Dün K. Maraş’ta sahra hastanesi devreye alındı. Çok sayıda seyyar mutfak, portatif tuvalet, seyyar fırın ve jeneratörlerin felaket yaşanan bölgelere ulaşımı yapıldı.
AFAD ne yapıyor sorusuna da cevaplar vermek lazım. Pazartesi günü ısıtıcı ya da battaniye bulup bölgeye göndermek çok mümkün olmadı zira AFAD tüm stokları kapatmıştı. O malzemeler dün itibarıyla deprem bölgesine ulaştı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, yıllarca AFAD’ı yönetmiş, bu konuda çok tecrübeli bir isim. Buna karşın özellikle Hatay’da ilk gün sorunlar yaşandı.
Yardımın ulaşmasında otoyollardaki çökme-hasar meselesi dert. Aslında Japonya dâhil bir sürü ülkede depremler otoyollara zarar verir zira otoyol yapılırken demir kullanılmıyor. Buna karşın yeni deprem yönetmeliğine göre inşa edilmiş hastane-okul, kamu binalarında yaşanan yıkımın bedeli mutlaka ödetilmeli. Havalimanlarındaki pistlerin inşası sırasında rakım, sıcaklık, eğim gibi bir sürü parametre vardır. Pistlerin depreme dayanıklılığı da bu parametrelerden biri diye biliyorum. Hatay Havalimanı’nda olan ne, mutlaka konuşmamız lazım.
Sizi Hitler çocukları...
Cesedi Bodrum kıyılarına vuran Aylan bebeği, yaşasaydı tacizci olurdu diye çizmişti Fransız dergisi Charlie Hebdo.
Dün de Türkiye’deki depremi, yıkıntılarla beraber “Tank yollamaya bile gerek yok” diye çizdiler.
Ne mizah ne insanlık, sadece nefret söylemi var bu derginin.
Hitler ile düşünce yapıları, nefretleri aynı, sadece aksiyonları farklı.
Tank yollamaya gerek yok demişler ya, kara sularımıza giren Fransız savaş gemisinin nasıl kör-sağır hale geldiğinden haberi yoktur bunların, depremin merkez üslerinden Maraş’ta başlarına gelenlerden de... Ofislerinde katliama uğradıklarında üzüldüğümüz, destek mesajları yolladığımız Charlie Hebdo bu.
Hitler’in torunları, farklı olandan nefret eden insanlık düşmanları...
Gereksiz işler
CHP’li üç büyükşehir belediyesi İstanbul-Ankara ve İzmir deprem bölgesine yardım ekipleri yolladı.
Bu son derece doğru, acının partisi, felaketin siyaseti olmaz.
Onca doğru arasında Kemal Bey bir basın toplantısı düzenledi ve AFAD’dan randevu istediğini ama cevap alamadığını söyledi, ardından gece vakti AFAD’da gerekli bilgilendirme yapıldı.
AFAD’ın İngiltere’den büyük bir alanda yardımı, arama-kurtarmayı, yaralı naklini, mutfakları, fırınları organize etmeye çalıştığı bir dönemde hiç gereği yoktu bu randevu mesajının.
Eski AK Partili Milletvekili Mehmet Metiner’in Adıyaman’ın yeniden inşa edilmesiyle ilgili sosyal medya mesajı da gereksiz bir mesajdı. Acı tazeyken insan ne yazıp çizdiğine dikkat etmeli. Mehmet Metiner daha sonra bu mesajını sildi ama o hiç atılmaması gereken bir mesajdı. Gereksiz işlere bir başka örnek oldu.
Kim yağmacı, kim hayatta kalmaya çalışan?
“Deprem bölgesinde yağmacılar var, vur emri vermek lazım” diyor birileri sosyal medyada.
Çekilen videolara bakıyorum, bir televizyon alan haricinde tüm insanlar yiyecek malzemeleri almışlar kapalı bir marketten.
Üst üste depremler oluyor, insanlar sokakta yaşıyorken, karnı acıkan, çocuğunu doyurması gereken birisi, ne zaman açılacağı belli olmayan marketin kapısında mı bekler, yoksa içeri girip ihtiyacını almaya mı çalışır?
Yaşananlara yağma denmesi için depremzedelerin boşalttığı evlerden, dükkânlardan ziynet eşyası, para gibi şeyler çalınması lazım, bir iki öğün yetecek gıda malzemesi alana yağmacı denmez. Oturduğumuz yerden zor durumdaki insanlar için vur emri verilmeli demek hayatın olağan akışına aykırı bir fikir. Saçmalamamak lazım.
Elefsis’ten kalbimize
Elefsis neresi bilir misiniz?
Atina’nın en fazla 20 kilometre dışında bir beldedir Elefsis.
Rafinerisi çok önemli değil, Yunan tragedya şairi Eshilos’un doğduğu yerdir orası.
1989’da gittiğim zaman Hacıdakis’in bestelediği, “Elefsina’nın Kâbusu” şarkısının hikâyesini de öğrenmiştim.
Hayat ne garip, son üç yıldır ABD’ye açtıkları dâhil Yunanistan’ın askeri havalimanlarını çalışıyorum.
Elefsis’teki askeri havalimanı da Miçotakis’in Kıbrıs Rum Kesimi’ne hediye ettiği uçakla girmişti radarıma.
Şimdi tüm bunların bir anlamı kalmadı.
Pazartesi gecesi Elefsis’ten kalkan Yunan Hava Kuvvetleri’ne ait bir C-130 askeri kargo uçağı 21 kişilik kurtarma ekibi ve 2 kurtarma köpeğini Türkiye’ye getirdi.
Dünya medyasının acaba ne zaman savaşacaklar diye sorular sorduğu bir dönemde Atina’dan gelen insani yardım çok önemli. 1999 depreminde Yunanistan’dan yine yardım gelmiş, sonra Atina’daki büyük depremde de yardıma koşan ilk ekip Türkiye’den gitmişti.
Yıllar önce, bir balık Ege’de yüzerken kara suları ne bilmez, bir kuş Doğu Akdeniz üzerinde uçarken ekonomik münhasır alan nedir hiç umursamaz diye yazmıştım, halen aynı fikirdeyim.
Ege’nin bir barış denizi olması, Doğu Akdeniz’deki kaynakların adil şekilde paylaşımı zor değil, yeter ki birlikte yaşamaya mahkûm olduğumuzu hiç unutmayalım. Elefsis’ten kalkan Yunan uçağı kalbimize indi ve hepimizin kazanacağı bir barışa ulaşmanın hiç de zor olmadığını gösterdi bize. Keşke bayraklarımız arasına başka bayrakların gölgesini sokmamak gerektiğini herkes anlasa...