Eskimo dilinde kar ve buzun durumunu anlatan onlarca kelime var ama araba diye bir kelime yok.
Çok uzun yıllar önce okuduğum bir makalede yazıyordu bu bilgi, dillerin ihtiyaçlara göre şekillendiğini anlatıyordu.
Hemen aşk kelimesinin kökenine bakmıştım ardından.
Kimi kaynaklar Arapça kimi kaynaklar Farsça kökenli diye yazmıştı aşk için.
Neyse ki sevgi, Türkçe kökenli bir kelime sev’den türemişti.
Nefret Arapça kökenli, öfke ise eski Türkçe öpke’den (akciğer) türemiş.
Aşk ve nefret, sevgi ve öfkeye göre daha yıpratıcı duyguları tanımlar ya, her kelime bir kültürün izini de taşır aslında.
***
Dünyada İngilizcenin en kabul gören sözlüğü olan Oxford Sözlüğü’ne Kore kökenli 26 yeni kelime eklendi.
Sözlük yetkilileri İngiltere’deki K-Pop akımı ve Güney Kore televizyon programlarının etkisi nedeniyle böyle bir karar aldıklarını açıkladılar.
Küresel kültürün dünyanın hâkim dile İngilizceyi bile etkilediği bir zaman diliminden geçiyoruz.
Pilavla birlikte servis edilen küçük sebze garnitürü “banchan” İngilizceye de eklenebiliyor işte.
***
Eskiden böyle değildi ama diller, kültürlerin etkileşimiyle şekilleniyordu.
Mesela balık adlarından, levrek, lüfer, çinakop Yunancadan gelmiş dilimize.
Sadece balık adları değil manyak kelimesinden tutun da kadırgaya kadar birçok kelime var Yunancadan Türkçeye giren.
Bana en şaşırtıcı gelen, Yunanca kelimelerse, kangal, bezelye, hülya ve kestane oldu her zaman.
***
Şaşırmaktan bahsederken tarhana, Farsça terhaneden dilimize girmiş diyor kimi uzmanlar.
Rivayetler de var; Yavuz Sultan Selim’in tebdil-i kıyafet dolaşırken girdiği yaşlı bir kadının evinde bu çorbadan içtiği ve sofradaki tek yemek olan çorbayı yaşlı teyzenin darhane diye tanımladığı söylenir.
Bildiğimiz gerçekse Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi öncesinde Maraşlı annesi Gülbahar Hatun’un kuru tarhanayı bulduğudur.
Biber ve enginar Latinceden, bisküvi Fransızcadan, fava, limonata İtalyancadan, biftek İngilizceden girmiş dilimize.
Biz lahmacun için “Türk pizzası” kavramını yerleştirmeye çalışıyoruz ya, lahmacun Arapçadan girmiş dilimize.
İnternetin kocaman bir köy haline getirdiği bir dünyada Kore garnitürü banchan İngilizce sözlüğe girince sürpriz olmuyor aslında.
***
Yine de insanın anlamakta zorlandığı şeyler yok değil.
Tavla, bugünkü İran sınırlarında doğdu ama evrensel tavla adı İtalyancadan gelir.
Arapların 902’de Sicilya’yı işgal etmesiyle tavlayla tanışan İtalyanlar bir şekilde evrensel isim babası oldular tavlanın.
Türkülere konu alan, sinema dilimizde çok yer eden mavzer, Alman tüfek fabrikası sahibi Wilhem von Muaser’in adından girmiş Türkçeye.
Yakışıklı erkekler için kullandığımız filinta da aslında tüfekten kısa, tabancadan uzun namlusu olan bir silah çeşidi Almanya’da.
***
Türkçe de boş durmadı ama... Bulgur İngilizceye Türkçeden geçti,
duman Rusçaya tuman olarak yerleşti, baklava Arapçada yer buldu.
Müttefik olduğumuz Almanya diline Osmanlı devlet yapısında bir sürü kelime girmiş zamanında.
Sonuç olarak, eksiden savaşlar, işgaller, karşılaşma ve birlikte yaşamayla şekillenen diller artık internet sayesinde binlerce kilometre uzaktan birbirini etkiler hale geldi.
Bizim Plaza Türkçesi dediğimiz şeyin bununla alakası yok ama...
Plaza Türkçesi, yabancı dilini göstermek isteyen, evrensel markaları tüketerek evrensel olacağını zannedip, melez cümleler kurarak değer bulma çabasının diğer adı, bir önemi yok yani...
An’lar...
Takvimde farklı 10 Ekim’lerde yaşananlar...
Avrasya Maratonu bahane, köprüde piknik şahane olmalı bu karenin adı.
ABD ve İngiltere’nin başlattığı Afganistan harekâtının ardından İncirlik Üssü en hareketli zamanlarını yaşadı.
12 Kasım depreminden neredeyse 11 ay sonra Japon Kızılhaç’ı Başkanı Bolu’da İspanyol Kızılhaç’ının kurduğu çadırları incelemiş, bunlar çok ince, kış geçmez demiş. Duvara asılı kâğıt ve çadır içerisinde çamaşır makinesi, bir zamanların çaresizliklerini hatırlatıyor insana.
Haftanın fotoğrafı
Zaman en büyük ilaç... Kızıl Ordu Korosu demek 1980’lerde dinlediğinde başının belaya girdiği orkestra demekti. Haluk Levent, 1990’larda iş yaşamındaki sıkıntılar nedeniyle bambaşka bir algıya sahipti, polis de o algıdan faydalanır, konseri öncesinde sahneden indirirdi zaman zaman Haluk Levent’i. Gelelim arka fondaki Mustafa Kemal Atatürk’ün gözlerine. 12 Eylül darbesini yapanlar, 1981’de Atatürk 100 yaşında tabelalarıyla donattılar her yeri. O tabelalar Atatürk 108-109 yaşına geldiğinde de asılıydı her yerde. Ağızlarından Atatürk’ü düşürmeyip, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu kurumları kapatan, düşünen, okuyan, tartışan değil, apolitik bir gençlik yaratmaya çalışan bir dönem yarattılar. Gördüğünüz kare Kızıl Ordu Korosu ve Haluk Levent’in Fethiye’de Cumhuriyet marşlarını seslendirdiği konserde çekildi.
Haluk Levent bu ülkede artık iyiliğin sembol ismi oldu, hak etti de sonuna kadar. Kızıl Ordu Korosu, sadece bir müzik grubu ve Cumhuriyet Marşları, 12 Eylül’ün zorlama Atatürkçülüğüne oranla çok daha yürekten söyleniyor bugün.