Özay Şendir

Özay Şendir

ozay.sendir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sabriye Hanım, öğretmenlik mesleğine 1936’da başladı, aralıksız 33 yıl çalıştı.

Cumhuriyet’in yetiştirdiği ilk kuşağın temsilcisiydi, tüm hayatı boyunca Atatürk devrimlerinin izinden gitti.

Türkiye’nin birçok ilinde görev yapmıştı, Antalya’da çalıştığı ilkokulda okuyan talebelerden birisi de Deniz Baykal’dı.

Kemal Bey ve Sabriye Hanım

Torunu, yıllar sonra her seçim yenilgisini “ama oylarımız artıyor” diye sunan Baykal’ın istifa edemeyen halini hatırlatıp, “Nasıl bir öğrenci yetiştirmişsiniz?” diye takıldığında kızardı: “Atatürk’ün partisinin başında olana laf söyletmem ama böyle de olmuyor” derdi.

Haberin Devamı

Sabriye Hanım, öldüğünde 96 yaşındaydı, kanserin son evresi hariç, her gün gazetesini okudu, gözünü haber kanallarından hiç ayırmadı.

Pazar gecesi televizyonda Kemal Kılıçdaroğlu yayını bittiğinde ilk duygum “İyi ki ananem bugünleri görmemiş, çok üzülürdü” oldu.

Kemal Bey ve Sabriye Hanım

En hazin tarafla başlayayım:

Kemal Kılıçdaroğlu, halen, “Delege beni isterse görevden kaçmam” havasında.

Bunu söyleyen kim, delegenin iradesini çiğnemiş bir genel başkan.

CHP delegesinin Parti Meclisi’ne almadığı iki genel başkan yardımcısı, Ünal Çeviköz ve Tuncay Özkan konusunda ne yaptı Kılıçdaroğlu?

Yardımcılık makamlarını kaldırıp, aynı yetkilerle genel başkan başdanışmanı ataması yaptı. Bu mu delege iradesine saygı?

“Beni isterlerse görevden kaçmam”, fazla kullanılmış ve yorulmuş bir hikaye aslında.

Arşive bir bakarsanız, “Ben Genel Başkan olmayı istemedim”, “Ben cumhurbaşkanı adayıyım demedim, masa beni istedi” gibi çok sayıda açıklama görürsünüz. “Görevden kaçmamak” adına makamlara gelenler ilk başarısızlıkta istifa eder değil mi?

Ne ilk ne ikinci ne beşinci ne de yedinci ne de sonrakiler, gördük ki Kemal Bey’in sözlüğünde istifa diye bir kavram yok.

“Delege beni isterse” önermesi mantık kuralları çerçevesinde nereye oturuyor ona da bakmak lazım:

Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında CHP onca seçime girdi, tek bir kere bile seçimden birinci parti olarak çıkmadı.

CHP; Kılıçdaroğlu’suz tek bir seçime girdi, onda da birinci parti oldu.

Bugün CHP içerisinde Kılıçdaroğlu’nu destekleyenler yok mu, var elbette.

Haberin Devamı

Özgür Özel döneminde tekrar milletvekili adayı olamayacağını bilen ve aidiyeti CHP’ye değil kendi geleceklerine ait olan insanlar var.

 Liderler görev süreleri sona erdiğinde geriye bir ideolojik  çizgi bırakırlar.

Mesela Ecevit’ten “Hakça bölüşüm”, “Toprak işleyenin, su kullananın” kavramları kalmıştı.

Daha bir yıl olmadı ama Özel’in “Müzakere de edeceğiz, mücadele de” sözü literatüre geçti.

Kılıçdaroğlu’ndan bize kalan “Anti-Erdoğancılık” ideolojik bir çizgi değil, tepki oylarıyla seçim kazanma stratejisi.

Bütçe görüşmelerinde CHP Grubu adına Abdüllatif Şener’i kürsüye çıkaran Kılıçdaroğlu’nun neo-liberal politikalara bakışını kim bilebilir?

Hazırladıkları Anayasa taslağından Türk tanımını çıkaran 10 Aralık Grubu’na kapıları açıp, ne kadar Atatürkçü olunabilir?

Taraf gazetesinde FETÖ lideri için “Modern zaman şamanı” diye yazmış birisinin CHP Genel Başkan Yardımcısı olması ve sonra İzmir’den ilk sırada milletvekili adayı yapılması ne? Ön seçim yapılsa listeye giremeyecek birini listenin ilk sırasına koymak mı demokratlık?

Haberin Devamı

Bir kere söylenmiş “Tıpış tıpış gidip oy verecekler” sözünün gaf değil bilinçaltı olduğunu gösteren harika bir örnek aslında bu.

İdeolojik çizgiden bahsetmiştik, 2018’de Abdullah Gül’ün muhalefetin cumhurbaşkanı

adayı yapılması projesi Meral Akşener’e takılınca Muharrem İnce’yi CHP’nin cumhurbaşkanı adayı gösteren bir savruluş aslında yaşanılanların özeti. 

CHP kontenjanından kamu görevine seçilmiş olanların medya zamanlarında yaptıkları güzellemelere bakacak olursak, üniversite yıllarında devrimci mücadele içerisinde olan bir Kılıçdaroğlu portresi var karşımızda.

Devrimci mücadele geleneğinden gelenler “Üniversitede Amerikan sömürgeciliğine karşı mücadele ediyorduk” diye mesaj yazmazlar.

Mücadele “ABD emperyalizmine” karşı edilir zira o dönemde ABD sömürgeci değil, sömürülen bir ülkeydi.

Daha bir sürü örnek vermek mümkün ama bu kişisel bir mesele değil benim için.

Türkiye’de siyasi düşmanlık ile siyasi rekabet arasındaki farkın ülkeye kattıklarını hatırlama   zamanı sadece.

Tıpkı devlet politikalarının günlük siyasete malzemesi yapılmasının Türkiye’ye verdiği zararı unutmamak gerektiği gibi bir nokta.

Yine de tamamen başarısız sayılmamalı Kılıçdaroğlu, DEM ve Altılı Masa pratiğiyle “büyük balık küçük balığı yutar” inanışının her zaman doğru olmadığını, küçük balığın büyük balığı yutup, dönüştürdüğünü, bize gösteren de kendisi oldu…