Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen yıl, ‘Türkiye’de siyaset sivil otoriterliğe savruluyor’ dedim diye kıyamet koptu. Konunun tartışılması anlamında, ‘kıyamet kopsa’ idi, bundan sadece memnuniyet duyardım. Ama ciddi bir tartışmadan çok, ‘itibarsızlaştırma’ harekâtı devreye girdi. Dünün muhalif, ilkeli zannettiğim İslamcıları, 28 Şubat şakşakçıları ile kol kola girip, büyük bir saldırı başlattılar. Onlar adına utandım.
Televizyon programlarında, benimle tartışma esnasında söyleyecek söz bulamayanlar bile, internet sayfalarında karalama edebiyatına başladı. Sonunda, muhafazakâr bazı kadın yazarların bana ‘sahip çıkması’ bile büyük olay oldu. Karalama kampanyasının ana teması, ‘sivil dikta’ iddiasının, darbe çağrısı olduğu veya olabileceği şeklindeki pespaye tez idi. İşi Balyoz planını ile ilişkilendirmeye kadar götürenler oldu.

Bilinçli bir harekâtın parçası
Son olarak, Soner Yalçın’ın gözaltına alınması ardından basına sızan bir mektup ortaya çıkmış! O mektupta, Soner Yalçın, bir televizyon kurup, hükümeti devirmeye çalışacakmış, bazı isimleri de ‘ekran yüzü’ olarak kullanacakmış, bu isimler arasında benim de adım varmış! Normal şartlar altında hiç ciddiye alınmayacak bir olay. Ancak, mevcut koşullar altında bu tür iddiaları ciddiye almakta yarar var. Çünkü artık, önemli olan gerçekler, mantık, akıl, adalet falan değil. O nedenle, bu son olayı da, bilinçli bir ‘itibarsızlaştırma’ harekâtının parçası, söyleyecek sözü olmayanların belden aşağı vurma taktiklerinden biri olarak görüyorum.
Bizim gibi demokratik siyasetin bir türlü yerleşmediği yerlerde, her dönemde, muhalefet, itiraz, eleştiri, ciddiye alınıp tartışılmak yerine, en hafifi ‘itibarsızlaştırma’ olan bin bir yolla baskılanır. Geçmişte, İslamcılar, bundan az çekmediler. Her taşın altında ‘irtica’ arandı, susturma politikaları için ‘çarşaflı bir kadın fotoğrafı’ yetti, arttı.

Kaygılarım ziyadesiyle arttı
Mevcut iktidarın baskılama politikalarının en önde gelen icraatçıları arasında, eski 28 Şubatçıların olması tesadüf değil. Onlar bu işleri iyi bilirler. Onlar için, ‘giden ağam, gelen paşam’. ‘İrtica olmadı, faşizm verelim’ diyenler, eskiden ‘irtica’ ile susturanların safındaydı, şimdi, ‘sivil dikta diyorsan darbecisin, sus sesini çıkarma’ siyasetinin yanındalar. Hiç şaşırtıcı değil, ama çok kaygı verici. Demek ki değişen hiçbir şey olmadı, olmayacak.
Bir kez daha söylüyorum, Türkiye’de siyasetin ‘sivil otoriter’ bir yere savrulmasından kaygı duyduğum için bu yönde yorumlarda bulundum. Geçen zaman zarfında, bu kaygılarım eksilmedi, ziyadesiyle arttı, dolayısıyla bu konudaki düşüncem değişmedi, pekişti.
Yargının yürütmenin denetimi altına girmesi yönündeki adımlar, yeni bir anayasa vaat eden genel seçimlere yüzde on barajı ile gidilmesi konusundaki ısrar, Kürt meselesinde milliyetçi siyaset anlayışına geri dönüş, gösteri, ifade özgürlüğü, muhalefete tahammülsüzlük, ‘orduyla oynatmayız’ çıkışları, Kıbrıs meselesini stratejik çıkar gerekçesi ile savuşturmak, herhalde siyasetin daha fazla demokratikleştiğinin ifadesi ve açılımı değil. En kötüsü, demokrasi mücadelesi verdiği iddiasında olanların, tüm bunları ısrarla görmezden gelmesi, en iyi ihtimalle lafı dolandırması, ‘darbe’ tehdidi dışında hiçbir meseleyi ciddiye almaması, bu konuda dahi hesaplaşmanın çok sınırlı bir çerçevede kalmasına razı olmaları. Dahası, ‘muhayyel bir demokratik gelecek’ adına, halihazırda olanları göz ardı etme, göz yumma tavrı ile iktidarın otoriter siyasetlerinin doğrudan veya dolaylı desteklenmesi.

Söylemeye devam edeceğim
Unutmayalım, otoriter siyasetlerin en genel özelliği, ‘muhayyel’ bir gelecek ve ‘ortak iyi’ adına, bu gerekçe ve mazeret ile özgürlüklerin askıya alınmasıdır. Otoriter siyasetlere savrulmaya karşı tek engel, bu yönde kaygıların karalanıp örtbas edilmek yerine, dikkate alınması, daha çok seslendirilmesi, seslendirilmesine tahammül gösterilmesidir.
Ben bunları söylemeye devam edeceğim. Mevcut şartlar içinde, hele seçim sonrasına ilişkin tehditler ortalığı kaplamışken, bu konuda ısrarcı olmanın, itibarsızlaştırma harekâtını kışkırtabileceğini, bana pahalıya mal olabileceğini biliyorum. Biliyorum çünkü, adaletine en çok güvendiğim arkadaşlarım bile, adımı karalama çabalarından şikâyet ettiğimde, söylenecek bir şey kalmadığından olsa gerek ‘çok öfkeli bir üslubun var, televizyonda sesin yüksek çıkıyor’ gibi yorumlar yapmaya başladılar.
Tekrar ediyorum, Türkiye’de sivil bir otoriter siyasete savruluş olduğunu düşünüyorum, birilerinin ‘sivil dikta’ özeti üzerinden ne yapmaya çalıştığı, hangi mektupta kimin ne söylediği, beni hiç ilgilendirmez. Bunları söylemeye devam edeceğim. Çok cesur olduğumdan değil! Çok sıradan, çok insani bir nedenle! Doğru olduğunu düşündüğüm, vicdanımın gereği olan şeyleri söylemekten imtina edersem kendime saygımı kaybedeceğim için, bu açıdan sıkıntısız bir hayat yerine sıkıntılı bir hayatı göze almam gerektiğine inandığım için! Tek güvencem, ‘Allah sözümle utandırmasın, zor imtihanlarla sınamasın’ duası. Hodri meydan!