Öncelikle, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nu, Meclis’te Hakikat Komisyonu kurulması yönündeki önerisinden dolayı tebrik ederim. Ben de, partisinin bu öneriye ne kadar sahip çıkacağını merak ediyorum. Ama bu CHP’nin bileceği iş! CHP’nin tavrı, yakın tarihimize ilişkin ‘hakikatler’in aydınlanmasından yana olanların Tanrıkulu’nun önerisini desteklemesinin önünde engel olmamalı.
Bu açıdan, Orhan Miroğlu’nun, Taraf gazetesindeki yazısında (‘CHP Hakikat mi arıyor’, 24 Ocak) gösterdiği tavrı fevkalade yadırgatıcı buldum. Miroğlu, ‘CHP’nin hakikati aradığı ve bu konuda samimi olduğu kanaatinde değil’miş! Diyelim CHP samimi değil, bundan bize ne? Samimi olması veya olmaması, bizi iyi olduğunu düşündüğümüz bir şeyi desteklemekten neden alıkoysun?
Dahası, Miroğlu’na göre CHP, yüzleşmeye Dersim’den başlamalıymış! İyi olur, ama neden böyle bir önkoşul ileri sürülür, anlamak zor. CHP Dersim’den başlamazsa, bizler yine oradan başlarız, bu Hakikat Komisyonu önerisini es geçmek için sebep olabilir mi?
En tuhafı da, Miroğlu’nun, ‘siyaset yapmanın yolu, Kürtlerin acısını ve yasını istismar etmekten başka bir işe yaramayacak olan önerilerden geçmiyor’ şeklindeki sözleri. Anlayamadım, ne şekilde olursa olsun, böyle bir komisyon çalışması neden bir işe yaramasın? Ayrıca, neden Miroğlu’nun televizyon programlarında gözü yaşlı konuşmaları ‘acıları istismar’ olmuyor da, komisyon önerisi gibi son derece makul bir öneri ‘istismar’ oluyor? Ne nihayet, neden CHP ve BDP arasında herhangi bir diyalog imkânı ‘karanlık ilişkiler’ iması ile anılıyor?
Ahmet Turan Alkan da Hakikat Komisyonu önerisinden hoşlanmamış, ‘Yerim ben böyle hakikati’ diye başlayan ve ‘ayol’lu bir cümle ile biten ‘seviyeli’ bir değerlendirme yapmış (Zaman, 24 Ocak). ‘Böyle komisyonlar CHP’nin işine gelmez’miş! ‘Size ne, bırakın onu da onlar düşünsün’ diyorum. Dahası, yakın tarihe ışık tutmak için ‘en az yüz elli yıl öncesinden başlamak’ gerekirmiş! Bence mahsuru yok, isterse sorgulama ‘taş devri’nden başlasın. Yeter ki, bu hesaplaşma geçmişte kalıp boğulmasın, son dönemleri de kapsasın.
Belli ki, bazıları, hesaplaşmayı geriye atmaktan medet umuyor, onlar için en yakın tarih nedense 1950’lere kadar olan süre ve özellikle de Cumhuriyet’in ilk dönemi. Kimse bu dönem sorgulanmasın demiyor ama, bu dönemi sorgulamak başka, yakın tarihin tüm karanlık taraflarını bu döneme fatura edip, bu yolla, gerisinin üzerini örtmeye çalışmak başka! Bu çaba içinde olanlar, habire Cumhuriyet’in ilk dönemine işaret ediyor ama nedense, Soğuk Savaş dönemine, 12 Eylül rejimi ile ciddi bir hesaplaşmaya girmekten kaçıyor.
Yeni Şafak gazetesi ise, daha doğrudan tepki vermiş, İlk sayfadan Tanrıkulu’nun Drakula’yı çağrıştıran bir fotoğrafının üstüne ‘İmralı’nın teklifine CHP sahip çıktı’ başlığı atmış (23 Ocak). İç sayfada ise ‘Tanrıkulu hakikat komisyonu istedi, Öcalan da önermişti’ demiş. Ne kadar ‘objektif’ bir haber yazımı değil mi?
Ne olmuş, Öcalan bu yönde görüş bildirmişse? Kim önerirse önersin, Kürt meselesinin çözümünde olumlu olacak bir şeye neden kafadan karşı çıkalım? Yarın, Öcalan ‘silahlı mücadeleye son’ açıklaması yapsa, ‘madem İmralı önerdi, olmaz öyle şey’ mi diyeceksiniz? Öcalan’ın durumuna gönderme yaparak, ‘Osmanlı isyan edenleri paşa yapardı’ diyenleri desteklemediniz mi?
Mesele aslında, sadece ‘bizimkiler yapınca iyi, muhalefet yapınca kötü’den ibaret değil. Bu anlayışta olanların aklı, siyasi-toplumsal sorunları ‘tepedekiler arasında, karanlık kapılar ardında’ çözmeye inanıyor. Toplumsal dinamikleri, hesaplaşma ve diyalogları önemsemiyor. Bu nedenle, Öcalan ile diyalog’a akılları yatıyor. Kapalı kapılar ardında, ‘devlet aklı halleder’ lafı az dolaşmadı.
Bu bakış, Kürt siyasal hareketinin toplumsal tabanını inatla görmezden geliyor. O nedenle, İmralı ile her türlü görüşmeye, pazarlığa razı, ama onun toplumsal tabanını görmezden gelmekte, devre dışı bırakmakta son derece ısrarlı. Öcalan, toplumunu inkâr edip, ‘anlaşma’ yoluna gitse, ‘teröristbaşı’lıktan çıkıp, bu kafada olanlar nezdinde bir günde ‘sorumlu insan’ olabilir.
Ama, bu kafa, siyasal-toplumsal çözüm üretemez, ne Kürt meselesini, ne Türk meselesini çözemez. Nafile çabadan öteye gitmez.
Not: Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, ‘Kızıl Elma ülküsü’ açıklamasına gönderme yaptığım salı günkü yazıma ilişkin olarak aradı. Konuşmasının genel çerçevesinden çıkarılarak haber yapıldığından yakındı. Gösterdiği hassasiyet ve ‘eleştiriye açık, samimi’ tavrından dolayı teşekkür ederim. Ben de kendisine, iktidar partisi mensuplarının çok tanığı olduğum, eleştiriye açık tavrının, iktidarın genel resmine yansımasından şikâyet ettim. Sonuçta, iyi bir sohbet oldu.