Kız çocuğu olarak dünyaya geliyorsan, işin daha zor. Çünkü Kadın'sın bilmelisin kahkaha atmamayı, bilmelisin yerini, susmalısın, çocukken evlenebilirsin, kıyafetinle yargılanabilirsin, kırıp dizini oturmalısın... Ben de varım, burdayım demek için mücadele etmek zorundasın. Başarmak için, elde etmek için, ayakların üzerinde durmak için hep daha fazla çaba göstermelisin.
Oysa ki sen Kadın'sın ... İçinde uçsuz bucaksız, bitmek tükenmek bilmeyen enerjinin, bereketin farkındasın değil mi? Erkeğin bir adım gerisinde değil tam da yanında...doğuran, besleyen, büyüten, sevgisiyle sarmalayan, şifa veren... Yeri geldiğinde anaç yeri geldiğinde zorlukları birer birer aşan savaşçı. kendi ayakları üzerinde duracak gücü bulabilen...
#bencekadınolmak dokunduğunu güzelleştirebiliyor olmak... O güç sende var.. Dünya Kadınlar Günün kutlu olsun...
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin
Bebeğiniz olduktan sonra karı koca olarak hayatınızda çok şey değişiyor. Hobileriniz, uyku düzeniniz, yeme içme alışkanlıklarınız, hedefler, hayaller, beklentiler, cinsel yaşam, sosyal faaliyetler...
Eskisi gibi romantik dakikalar geçiremiyorsunuz, herşeyi bırakın birlikte başbaşa sakince yemek yiyemiyor, sohbet edemiyorsunuz, tek ortak noktanızın çocuk olduğu hissiyatına kapıldığınız zamanlarınız oluyor belkide...
Annelerin hamilelik süresince aldığı kilolarla birlikte dış görüntüsünde ki değişimler, hormonlardan kaynaklanan hassasiyetlerden dolayı belki de eşinden daha fazla ilgi bekler oluyor, belki de dış görüntüsüyle ilgili güven kaybı yaşıyor, doğumla birlikte bebeğin beslenmesi anne sütüyle karşılanıyorsa annede daha fazla bir sorumluluk duygusu, acaba sütüm yetiyor mu? Sorusuyla birlikte kusursuzluk, mükemmeliyetçilik anlayışı ön plana çıkıyor...
Peki annenin yaşadığı bu duygu dalgalanmaları eşine yansımıyor mu ? Tabiki yansıyor. Aslında bu sırada baba da daha fazla sorumluluk duygusu hissiyatlarıyla boğuşuyor.
Peki ya evlilik kurumu?
Büyük bir aşkla evlendiğiniz hastalıkta sağlıkta yanyanayız diye söz verdiğiniz aynı yastığa baş koyduğunuz eşinizle yastığınızın, yatağınızın
Bir kaç kez çaldım kapıyı ama açan olmadı bu aralar, sizinki nerelerde? Yoksa uyuyor mu?
Eğer kapıyı açarsa söyleyeceklerim var bence bu konuşmayı yapmakta geç bile kaldık.. Eminim ki bu yazıyı okuyan sizlerden de, çoğunuzda durum pek farklı değil. Uyandıralım artık onları ne dersiniz?
Çünkü içimizdeki çocuk yanımız; Hayatı pembeye boyayan, bize pembe gözlükler sunan, en saf en masum, en zor zamanlarda bi muzırlık bulup bizi gülmeye teşfik eden yanımız...
En son ne zaman içten ağız dolusu kahkaha attınız?
Yok yok kesin uyuyorlar, aslında o kadar da inatçı değiller bi yerlere saklanmış da olabilirler.. Peki nasıl bulacağız onları? Şuan da yaşadığımız en zor sıkıntılar en dönemeçli zor virajları onları sormaya, anlatmaya ne dersiniz? Uygun bir zamanınızda rahatlayın ve bu sıralar tökezlediğiniz hangi soru, hangi sorun varsa, çocukluğunuzdaki kendinize sorun!
Komik mi ? Bence deneyin en azından bir kere... Çocukluğunuzun gözünden kendinize bir cevap verin, bakın o zaman aldığınız cevaplarla bakış açınız ne kadar değişecek. Benim zor zamanlarımda denediğim bu yöntemin aslında bir adı bile varmış "İçimizdeki Çocuk" egzersizi deniyormuş. Bende bu yazıyı yazana kadar bilmiyordum, ama zaman
“Aile toplumun temeli, yapıtaşı” Daha ilkokul sıralarında öğrendiğimiz bu cümleleri unutmamışsınızdır ama benim tasvirlemek istediğim kafamdaki resim... Bazı terimlerden bahsedince benim aklımda resimler canlanıyor, sizinde oluyor mu?
Mesela aile deyince aklımdaki resim sıcak ve huzurlu bir evde çocukların şen kahkahalarla koşturduğu annenin babanın köşelerinde oturup meyve yedikleri belki de eski türk filmlerinden bir sahne gibi... Nedense günümüzden bir kare değil aklımdaki... O kadar çok boşanma haberi aldım ki geçtiğimiz yıl, özellikle medya sektöründe olup evli kalmayı başarabilen arkadaşlarım maalesef çok az. Sizin aile dendiğinde düşüncelerinizde oluşan kare nedir?
Evleniyor olmak, aşık olduğunuz kişiyle birlikte yaşamak, yuva kuruyor olmak, aile yapmadığına inanıyorum çiftleri... Hep duyarız ya insanlar arası ilişkilerde de, sıkça yapılan paylaşımlar, uzunca geçirilen vakitler sonrasında “Aile gibi olduk” Cümlesini. aile olmak demek kendini ait hissediyor olabilmek, aidiyet hissinin zirve yapması, ve sorumluluk almayı baştan kabul etmek bence.
Çok şükür ki bu aidiyet duygusunu 7 senedir (Özellikle kızımız olduktan sonra daha da fazla) hissedebiliyorum .. Çok uzun zaman değil
Anneliğe yeni adım atmış, lohusa arkadaşımı ziyarete gittikten sonra kendimi 2,5 sene öncesini, ilk doğurduğum zamanları düşünürken buldum.. Neleri yanlış, neleri doğru yaptım? Şimdiki aklım olsa ilk annelik deneyimim nasıl olurdu acaba? Düşüncelerimi taze anneler için kaleme almak istedim.
Sevgili taze anne, öncelikle hayırlı uğurlu olsun :) Belki çetin bir hamilelik sürecinden geçtin, yada her şey tozpembeydi neyse neticede bebeğini kucağına aldınn.. Macera başlıyorr.. Artık hiç birşey eskisi gibi olmayacak bu net.. İki kişilik ailenize bir birey daha katıldı, şimdilik sadece ağlıyor, uyuyor, karnını doyuruyor, altına yapıyor. Bebeğin gözlerini açıp etrafı seyrederken sende onu izliyorsun.. Şimdilik faaliyetleri bunlar, hee birde gaz çıkarma seramonisi var.. Seramoni diyorum çünkü biz bu konuda çok çektik..ilk kırk günden sonra başladı bir gaz problemi ki sormayın. Öyle yapıyoruz olmuyor, böyle yapıyoruz olmuyor, gazdan uyumuyor, ağllıyor .. Başa çıkamayıp benimde bebeğimle birlikte oturup ağlama kısımlarına girmiyorum.. tabii her kafadan bir ses çıkıyor..
-Aç bu çocuk ondan ağlıyor...
-Emzirdin mi? Çok mu emzirdin? Az mı emzirdin? Emzirirken bişey yedin mi?
- Ayağına çorap
Merhabalar, kızı için kariyerini bırakmış bir anneden selamlar sevgiler size…
Kızım doğduktan beş ay sonra işime geri döndüm ve tabiri caizse benim için asıl macera ondan sonra başladı… İtiraf etmeliyim ki o zamanlar iyi geliyordu işe gitmek. Lohusalık günlerimden sonra giyinip süslenmek, tabiri caizse diz izi yapmış pijamalarımı çıkarıp insan içine karışmak motivasyonumu artırmıştı. ama zamanla uykusuz geceler, gece emzirmeleri , diş çıkarma dönemleri , süt sağma vs. derken çok yıprandığımı hissettim..
Ama işin önemli kısmı fiziksel yorgunluktan öte hissettim yetememe duygusuydu, günler aylar geçti bu duygu geçmedi aksine çoğaldı, bir de üstüne kızımın yarım yarım konuşmaya başlayıp “gitme” anne demesi… Aramızdaki hasret kızımı hasta yatağında bırakıp işe gitme mecburiyeti, yetersiz anne olma hissiyatımı perçinledi de perçinledi…
Anneydim, her türlü zorluğu aşmak gibi süper güçlerim vardı benim… ama öyle olmadı olduramadım işimden ayrıldım , artık evdeydim çalışırken birlikte geçirdiğimiz 2 saat değil tüm gün bizimdi artık, yetebilirdim ama sonra şunu fark ettim ki yetersizlik hissiyatına kapılmak için çalışıyor olmak gerekmiyormuş... Bu sefer mahalle baskıları başladı