Neredeyse on yılı bulan Libya iç savaşı farklı bir aşamaya varmış görünüyor. Türkiye’nin Libya’da gelişmelere doğrudan müdahil olmasıyla, her şey hızla değişti. BM’nin desteklediği, Başbakan Fayiz Serrac’ın temsil ettiği Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti, kısa sürede, askeri, politik ve psikolojik olarak önemli ilerleme kaydetti. Bu tablo, Hafter ve destekçilerini kaygılandırmaya yetti.
Ardından Libya ile ilgilenen herkes hareketlendi. Rusya, özel askeri şirketi Wagner’e ilaveten ülkeye hava gücü kaydırdı. Fransa Türkiye’yi hedef alan açıklamalarını sürdürdü. BAE ve Suudi Arabistan, Arap Birliği’ni toplantıya çağırırken Hafter’in başarısızlığını örtecek hamlelere giriştiler. Avrupa Birliği ise Libya konusunda bölünmüş durumda. ABD’nin Afrika Komutanlığı, Rusya’nın Avrupa’nın hemen güneyinde Libya’da askeri üs elde etmesinin kabul edilemez olduğunu açıkladı. Bu süreçte en fazla gürültü çıkaran ülke ise Mısır oldu.
Türkiye-Mısır ilişkileri, Sisi’nin Cumhurbaşkanı Mursi’yi askeri darbeyle devirdiği 2013 yazından beri gerilimli. Coğrafi uzaklık, iki ülkenin fiilen karşı karşıya gelmesini engelleyen önemli bir faktör gibi görünüyordu. Yine de iki ülke düşük profilli, hibrit bir savaşın tarafı olmayı sürdürdüler. Farklı ittifakların parçası olurken, birbirlerine karşı her türden propagandayı sürdürdüler. Ancak Türkiye’nin Libya’ya müdahil olması ve güç konuşlandırması “fiziki mesafe” kavramını hızla değiştirdi.
Mısır, Doğu Akdeniz’de, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi ile ilişkilerini geliştirdi. Libya’da, Türkiye ile farklı cephelerde yer aldı. Coğrafi avantajlarını kullanarak Hafter’i kolaylıkla desteklemeyi sürdürdü. Her fırsatta, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’e ev sahipliği yapmasını gündeme getirdi. PKK’ya destek açıklamaları yaptı. İki ülke arasında, dizi filimler üzerinden negatif algı yaratmaya kadar uzanan propaganda savaşları, ticari zorluklar, diplomatik gerginlikler sıradan yaklaşımlar haline geldi.
Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin, geçen hafta, ülkesinin Libya sınırına yakın Matruh askeri üssünde yaptığı konuşma işin farklı bir boyuta taşınabileceğini gösterdi. Sisi, Libya’da “Sitre ve Cufra’nın kırmızı çizgileri” olduğunu ilan etti. Ardından da Silahlı Kuvvetler’e “sınır ötesi operasyona hazır olmaları” emrini verdi.
Sisi’nin açıklamasının arka planında birden fazla neden var. Öncelikli kaygısı sınır güvenliği. Hiçbir ülke, sınırlarını denetleyemeyen, çökmüş bir devletle komşu olmak istemez. İşin kötü tarafı, Libya ve Mısır, uzun, coğrafi olarak kontrolü zor, ortak sınıra sahipler. Bu durum bölgedeki teröristler, mülteci faaliyetleri, suç şebekelerinin hareketleriyle birlikte düşünüldüğünde ciddi risk anlamına geliyor. Üstelik Türkiye’nin Libya’nın geleceğinde etkin olabileceği, Müslüman Kardeşlerin sınır boyunca üslenebileceği fikri de Sisi’yi endişelendirmeye yetiyor.
Sisi, her ne kadar Libya kaynaklı sorunları öncelese de, üstesinden gelmesi gereken bir dizi sorunu var. Sina Yarımadası’nda devam eden çatışmalar, Etiyopya ile süren su gerilimi, korona salgınıyla başlayan kamu sağlığı yetersizlikleri, ekonomik sorunlar, çöken turizm, içeride gittikçe güçlenen muhalefet listenin başında yer alıyor.
Mısır ordusu, son yıllarda artan askeri harcamalar nedeniyle, nicelik olarak büyümeyi sürdürüyor. Hem Rusya hem de Fransa, Mısır’a önemli miktarda silah satışı yaptılar. Ancak silah istatistiklerindeki büyümenin, tek başına, Libya’da girişilecek uzun dönemli bir operasyonda başarının garantisi değildir. Mısır, coğrafi avantajını kullanarak, muhtemelen, Hafter’in yerini doldurmak amacıyla Libya’ya girecektir. Asıl sorun, Mısır ordusunun performansının ne olacağı, Suudi Arabistan ve BAE’nin finansal desteğinin nereye kadar süreceği ve Mısır kamuoyunun tutumudur. Üzerinde düşünülmesi gereken diğer konular ise Libya’nın bölünmesi ihtimali ve Mısır ile Türkiye arasında vuku bulabilecek, sınırlı ve dolaylı sıcak bir çatışmanın yaşanmasıdır.