15 Temmuz darbe girişimi, hükümeti devirmek maksadıyla Türkiye’nin çeşitli yerlerinde aynı anda vuku buldu. Farklı kuvvetlerden birlikler, bazı siviller, özel seçilmiş general, subay astsubayların emir-komutasında, birbirleriyle senkronize biçimde icraya girişti.
Darbe girişimindeki askeri eylemler, tipik bir “müşterek kuvvet harekâtı” olarak planlanmış ve icra edilmiş olsa da, içinde sivillerin de yer aldığı “hibrit” yapısıyla dikkat çekiyor. Bu tarz bir harekât, merkezi, detaylı ve dikkatli bir planlamayı gerektirir. En önemli özelliği ise emir komuta birliği, zamanlama ve koordinasyondur. Darbe girişimi, TSK’nın yasal hiyerarşisi içinde icra edilmediğine göre, onun yerini alan, fonksiyonlarını üstlenmiş, başkaca bir emir-komuta yapısının olması icap eder. Bu açıdan, 15 Temmuz darbe girişimi, her darbeci generalin, subayın astsubayın kendi kafasına göre planladığı, sivillerle işbirliği içerisinde icra ettiği bağımsız hareketlerden oluşmuyor.
Darbe, merkezi bir biçimde planlanıp icra edilmesine rağmen, hukuki zorunluluk ve pratik nedenlerden dolayı, yargı olayı parça parça ele aldı. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun mahkemelerin yetkisine ilişkin hükümlerinin yanı sıra, sanık sayısının çokluğu ve yargılama sürecini kısaltma isteği bu kararda belirleyici oldu. Ancak, farklı yerlerde kabul edilen iddianameler arasında bağ bulunmaması veya kurulan bağların zayıflığı, darbenin merkeziyetçi yönünü geri plana itti. Bu durum, sivillerin rolü ve paralel emir-komuta yapısının açığa çıkarılmasına engel olurken, işin renginin değişmesine de yol açtı. Darbe, plan-icra silsilesiyle yürütülmüşken, aradaki bağın kurulamaması, hem her bir dava içinde, hem de farklı yerlerde açılan davalar arasında “gedikler” doğurdu. Böylece asıl önemli olan büyük resim önemsizleşmeye başladı. Darbenin ideolojik mimarı FETÖ’nün yerine, dikkatler bireyler üzerinde yoğunlaştı. Merkeze tek tek kişiler koyulunca da iş magazinleşti, üretilen soru ve senaryoların sayısı arttı.
Mahkeme salonlarındaki kimi ifadeler birer teferruat gibi görünse de, uzun vadede bu günün sanıklarının “mağdur” olarak sahneye çıkabilecekleri hesabını yaptıklarını gösteriyor. Nitekim müstakbel mağduriyet edebiyatının sözünü ettiğimiz gediklerde yeşertileceği açık. Siyasi tarihimizin bize öğrettiği gerçeklerden biri de şudur; zaman geçtikçe kamuoyunun zihin dünyasını darbeden daha çok, darbe yargılamalarında yapılan yanlışlıklar/özensizlikler ile hapishanelerde yaşananlar ve bireysel trajediler biçimlendiriyor.
Şüphesiz ki darbe girişimi de, darbe yargılamaları da bir yönüyle “siyasi” hadiselerdir. Her siyasi hadisede olduğu gibi kamuoyu önemlidir. Kamuoyunu gerçekler yerine algılar biçimlendirir. Üstelik kamuoyu sabırsızdır. Fakat yargılamalar özü itibarıyla hukuki bir meseledir. Eski deyimle, “Usul esasa mukaddemdir”. Sonuçlanması ise zaman alır. Yargılamanın icaplarını kamuoyunun sabrına feda etmenin maliyeti gelecekte karşımıza çıkabilir.
Not: Düşen helikopterde şehit olan tüm askerlerimize Allah’tan rahmet, acılı ailelerine sabırlar dilerim.