Çeşitli mahfillerde, Arap Baharı’nın yaza ulaşamadan kışa döndüğüne dair kanaat çoktan oluştu. Büyük umutlar, heyecanlar ve sözlerle başlayan süreç geride binlerce kaybedilmiş hayat, yanmış yıkılmış şehirler, bitip tükenmiş ekonomiler, milyonlarca mülteci ve şiddet dolu bir geçmiş bıraktı. Çökmüş devletlerde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını, eski seviyelere ancak on yıllarda gelinebileceğini gördük.
Arap Baharı başladığında en avantajlı, böylesine bir gelişme için en uygun imkânlara sahip örgüt PKK idi. Nerdeyse otuz yıllık bir tecrübesi, silahları, işleyen bir ideolojik ağı, uluslararası bağlantıları vardı. Bu defa, “Bahar” ayağına gelmişti. Tali olmakla birlikte yeni ve avantajlı fırsat alanı Suriye’de harekete geçti. İç savaşa bulaşmadı, sadece potansiyel rakip örgütleri hızlıca tasfiye etti. Artık Suriye’de belli ceplerde/bölgelerde rakipsizdi ve Arap Baharı’nın romantik yanını temsil edebilirdi. Kendi hedefine odaklanmış, “komünler” inşa etmekle meşguldü. Türkiye’de “çözüm sürecine” denk gelen bu dönemde örgüt, oldukça heyecanlıydı. Bir yandan da gözü ve aklı yeni toprakların peşindeydi.
İşleri bu günkü noktaya getiren, PKK’yı hırslarının esiri eden hazmedebileceğinden fazlasını yutmasına sebep olan, ABD ile Suriye’de geliştirdiği patronaj ilişkisi oldu. DAEŞ’in saldırılarının ilk günlerinde önce Kuzey Irak’ta, ardından da Kobani’de direnmesi dikkatleri üzerine çekmeye yetti. ABD için PKK, DAEŞ ile mücadelede de iyi bir araçtı. Türkiye, ABD’nin bu seçimine itiraz etti. Ancak ABD bunu kulak arkası etti. ABD’ye göre Türkiye’yi göz ardı eden politik maliyet yönetilebilirdi. Ne de olsa, PKK ile iş birliğinin askeri maliyeti ise neredeyse yok mertebesindeydi.
PKK açısından ABD ile iş birliği ideolojik bağlamda sorunlu olsa da fırsat bu fırsattı. Suriye’de koşullar öylesine parlak ve cazipti ki büyüsüne kapılmamak mümkün değildi. Siyasi otorite yok olmuş, Araplar birbirlerine düşmüş, nüfus göç etmiş, Batı DAEŞ’ten kaygılı ve büyük güç ABD ortaklık teklif ediyordu. Yetmişli yaşını çoktan geçmiş PKK üst düzey yöneticileri için bu, dünya gözüyle görebilecekleri en uygun zamanlardı. Artık ABD’nin bölgesel stratejisine uygun hareket edebilirlerdi. Tıpkı köpek balıklarının yanında yüzen “eskort balıkları” gibi. PKK da böyle yaptı ve düne kadar ABD’ye sadakatle bağlı kaldı. Onun belirlediği stratejilere harfi harfine riayet etti.
İlk hamle olarak, kırk yıllık stratejinin sıklet merkezini, Türkiye’den Suriye’ye taşıdı. Tüm dikkatine rağmen kendisini ABD’nin hikâyesine o kadar kaptırdı ki fark edemediği bir dizi stratejik hatayı ardı ardına sıraladı. Örgütün ilk ölümcül hatası, Türkiye’de şehir savaşlarına tutuşmak oldu. Bu, PKK’nın ABD ile birlikte Fırat’ın doğusunda yürüttüğü operasyonlarda Türkiye’yi bölgeden uzak tutmak için bulunmuş bir tür “meşguliyetle tedavi” idi. Ankara içeride meşgulken, Türkiye sınırı PKK tarafından işgal edilecekti. Nitekim bu hayata geçirildi. Ne var ki Türkiye’nin “hendek/şehir” savaşlarına operasyonlarla cevap vermesi PKK açısından tam bir stratejik felakete dönüştü. Karayılan’ın sonradan itiraf ettiği üzere, Erdoğan’ın PKK ile uzlaşacağını, müzakere sürerken örgütün Suriye’de hedeflerini elde edeceği konusunda yanıldılar. Ancak örgüt çok sayıda militanını kaybetmekle kalmadı, daha kötüsü, aktif halk desteğini de kaybetti.
PKK’nın ikinci büyük hatası, özlemini duyduğu “toprak tutkusunun” esiri olmasıydı. ABD, PKK’nın bu tutkusunu istediği gibi kullandı. Onu, bir yandan DAEŞ ile mücadele için çöllere sürüklerken, bir yandan Türkiye sınırı boyunca genişlemeye teşvik etti, Araplarla düşmanlık tohumları ekmesine kapı araladı. Jeopolitiğin inkârı Türkiye’nin sınırsız tepkisine neden olurken, gerek Esad karşısında, gerekse DAEŞ’i yok etme sürecinde savrulan, gururu kırılan Sünni Arapların “yerel düşmanlığında” paratoner haline geldi. Bu, ABD’nin DAEŞ ile mücadele stratejisinin gölgesinde kalan, hatalı bir jeopolitik okumaydı. Öyle ki Afrin daha büyük için “küçüğü” terk etme taktiğinin maliyetiydi.
PKK için üçüncü stratejik hata, büyük kayıplar vermek, insanların hayatını hoyratça harcamaktı. Hayatını kaybedenlerin sayısı 2011’den beri neredeyse 18-20 bini bulmuş olmalı. Bu, bir örgütün kolaylıkla telafi edemeyeceği ölçekte büyük bir kayıp ve haliyle örgütün geleceğini de etkileyecektir.
PKK, Arap Baharı’nın elde kalan romantizmi ile Ortadoğu’nun iki yüzyıllık hesaplaşması arasına sıkışmış, nihayetinde ise büyük yara almış görünüyor. Gerçekçi olmayan büyüklükte bir coğrafyayı kontrol etme hırsının maliyeti ağır oldu. Patronu ABD’nin önceliklerinin değişmesini öngöremedi. Bölgesel boşlukların doldurulabileceğini kestiremezken, bir defa daha Erdoğan’ın yeteneklerini es geçti. Bu nedenle, PKK şimdilerde sadece Suriye’de değil, tüm bölgede farklı bir mecraya doğru savuruluyor.