Meral Akşener sağlam bir kadındır. İsminin çok çirkin bir iftiraya maruz kalması kabul edilemez. Meral Hanım’la dünya görüşlerimiz birbirinden çok farklıdır ama onu 28 Şubat’taki cesaretinden dolayı hep hayranlıkla izledim. Ancak öyle olmasaydı da, ya da herhangi başka bir kadın da aynı iftiraya maruz kalsaydı bu gün yaşadığı mağduriyette yine aynı şekilde yanında olurdum.
Beni bu konuda fevkalade rahatsız eden çok ‘ataerkil’ bir tavır var. Bir kadın söz konusu olunca, hemen herkes onun namusunu korumaya, kanıtlamaya girişiyor. Kurulan cümlelerin yüzde 80’i ‘namus’la başlıyor. Halbuki böyle bir iftira bir erkeğe atılınca toplu bir şekilde o erkeğin namusunun kurtarılmaya çalışıldığını hiç görmedim. Mesela Numan Kurtulmuş ve Rasim Ozan’a yapılan sahte montaj kasetlerin ardından onların namuslarıyla ilgili cümleler kurulduğunu, topluca bir ‘namus kurtarma operasyonuna’ girişildiğini hiç hatırlamıyorum.
Söz konusu bir kadın olunca erkekler kendilerinde onu tarif etme, daha doğrusu ona ‘sahip çıkma’ haddi buluyorlar.
Bizim meselemiz Meral Hanım’ın namusunu kanıtlamak değil, bu ne cüret efendiler? Kasetin montaj olduğunu ispat için Meral Akşener’in ne kadar namuslu olduğunu bir de sizden dinlemek mi gerekiyor? Bence bu hem Meral Hanım’a ayıptır, hem de kaset tartışmasını meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir!
Yassıada ve Evren
Kenan Evren’in ardından ortaya çıkan hava ve Yassıada’da kurulacak barış müzesiyle ilgili gelişmelerin üst üste gelmesi bu ülkede geri dönülemez bir şekilde bir konuşma ve değişme evresine girildiğini gösteriyor. Artık darbeler ve darbecilerle ilgili çok net ve herkesi kendine uymaya mecbur eden bir tavır oluştu. Bu tavrı Evren’in ölümünden sonra yaşananlar çok iyi özetliyor.
Evren kelimenin tam manasıyla bir diktatördü. Hükümeti ve Meclis’i askıya alarak, yasama ve yürütmeyi kendi elinde toplayarak, 5 kişilik bir ‘Milli Güvenlik Konseyi’ kurarak bu ülkenin her şeyine hükmetmişti.
12 Eylül rejimi birçok idam, müebbet ve hapishanelerde işkenceyle sonuçlandı. Ancak bu korkunç tabloya rağmen bir yandan da Evren’in bazı kesimler üzerinde sempatik bir imajı vardı. 12 Eylül rejiminin doğrudan mağdur etmediği kesimler Evren’e karşı büyük bir husumet beslemediler, hatta onu sevdiler. Bakmayın bu gün ölümünün ardından yazılanlara... Evren’le ilgili hava son yıllarda Ak Parti döneminde resmi ideoloji sorgulanmaya başlanınca, kendi günahlarımızla yüzleşmek suç olmaktan çıkınca değişti. Bu hava sayesinde 12 Eylül davası açılabildi. Onun öncesinde Evren gibi bir diktatör medya tarafından dokunulmayan, devletin barış ödülü verdiği bir kahramandı. (bakınız, 1990 Atatürk Uluslararası Barış Ödülü, aynı ödülü 2 sene sonra Mandela’ya da vermeye kalktılar, kabul etmedi, bunun üzerine Ertuğrul Özkök ‘Çirkin Afrikalı’ diye manşet attı)
650 bin kişiyi gözaltına alan, 1 milyon 683 bin kişiyi fişleyen, 230 bin kişiyi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılayan, 14 bin kişiyi vatandaşlıktan çıkaran, 50 kişiyi idam ettiren, 420 kişiye ölüm cezası veren bir diktatör büyük medya tarafından sahiplenildi, desteklendi maalesef. Hadi darbenin hemen ertesinde mecburen diyelim, peki ya sonrasındaki yıllar boyu? Tam 7 yıl boyunca Evren cumhurbaşkanlığı yaparken ya da emekli olduktan sonra ortalıkta dolaşırken? Bu gün en sert manşetleri atanlar bırakın hesap sormayı, televizyonlarda, gazetelerde ağırladılar Kenan Evren’i.
Bir de şimdiki havaya bakın... Nereden nereye... 80 sonrası konan Evren isminin sıklığına, ‘Evren Paşa’ imajının nasıl yerleştiğine, nasıl böyle bir diktatörün resimlerinin evlerin başköşelerine asıldığına bakmak Türkiye’nin yıllarca nasıl resmi bir yalan bulutu içinde uyutulduğunu anlamak için çarpıcı bir örnek.
Son 4-5 yıldır böyle kalın bir uykudan uyanmaya çalışıyor bu ülke. Evren’e gösterilen tepki de, Yassıada’nın bir özgürlük ve demokrasi adasına dönüşmesi de bu uyanışa bir örnek. O kara geçmişi, hatırlamak üzere tarihin müzesine gömüyoruz hep birlikte.