Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Daracık, tozlu toprak yollardan kıvrıla kıvrıla dönerek her sene gelirdik o cennete... Adapazarı’nın bir köyü. Şiir gibi bir yerdi. Yazın, babamın işi için hep beraber Nevşehir’e giderken bir gece kalırdık. Ama ne gece olurdu! Köyün muhtarının eviydi, gelinler, torunlar, 3-4 aile bir arada yaşardı. Ortada ahşap bir merdiven, merdivenin açıldığı geniş bir hol ve bulaşık makinesinin en göze çarpan yerde durduğu büyük bir mutfak...
Babamın askerliğini öğretmen olarak yaptığı köydü burası. O dönem muhtar, evini açmış, kurulan ahbaplık yıllara uzanmıştı. Öyle çok severlerdi ki babamı... Bütün köyün biz gelince o eve uğradığını çok net hatırlarım.
Sonra... Sonra bu cennetten bir parça toprak satın aldı babam. Yemyeşil bir saklı vahanın ortasından. Ve annemle birlikte adım adım o yeşilin içine, dışarıdan hiç görünmeyen bir yer inşa ettiler. Babam, küçük bir maden vagonu ve raylı sistem bile getirdi bahçeye. Hayattaki en büyük keyfi olan şeyi yapmak, dostları ağırlamak için. O vagonun içinde döne döne kuzu pişer, hazır olunca da rayların üzerinden bahçedeki masaya ağır ağır gelirdi. Masanın hemen üzerinde köylülere yaptırdığı yayık durur, içinde sabah annemin yapıp koyduğu ayran olurdu. Öğleyin o ayran içilir, bahçenin diğer köşesindeki taş fırında pideler pişer, akşama da rakı sofrası kurulurdu. Babam taş plakları çıkarır, gramofonunu kurardı. Kalabalıklar hatırlıyorum, annemin, babamın 40 yıllık dostları.. Babamın ilkokul, ortaokul, üniversite arkadaşları... Öyle coşkulu, öyle canlı günlerdi ki...
Zamanla biz büyüdük ve anne-babanın arkadaşlarına çok da ‘takılmamaya’ başladık. Klasik ergen bunalımlarıyla her şeye burun kıvırdığımız bir dönem geçti. Durulduktan sonra bir kez daha keşfettik bu cenneti. Bu kez babamla hayat ve ölüm üzerine konuşmalarımızı hep burada yapmaya başladık... Karşımızdaki ağaç denizine bakar ve uzun uzun düşünürdü. İleride buraya kendi ailelerimizle geleceğimizi hayal ederdi.
Sonra babam gitti. Onun gidişinin bende yarattığı dev boşluğu bilenler bilir. Ancak hayat kıyıya vuran dalgalar gibi. Yavaş yavaş her şeyin üzerini örtüyor. Alt taraf aynen dursa da yüzey farklı gibi görünüyor. Böyle böyle o boşluk aynen dursa da yola devam etmek için dalgaların boşluğu örter gibi yapmasına izin veriyorsun.
O dalgaların yaklaşamadığı tek yer babamın kendi elleriyle ilmek ilmek ördüğü bu cennet. Buraya adımımı atar atmaz bir hatıralar denizi, bir anne-baba medeniyeti karşılıyor beni sanki. Bu yazıyı bana yazdıran da bu medeniyet.
Şimdi, babamın ölümünün üzerinden 5.5 yıl geçtikten sonra Ela ve Yasemin’le, onun yarattığı bu dünyada onun ayak izlerinden yürüyoruz. Sanki bir tek burada bu kadar net görüyor bizi. Uzaktan izliyor ve mutlu oluyor.
Kızları tanıması üzerine çok hayaller kurdum. Onları etkileyebilmesi, onlarla konuşabilmesi üzerine çok rüyalar gördüm. Ama hayat işte... Kaderi değiştiremiyorsunuz. Yine de bana burada olmak o kaderin bir kısmını alt etmek gibi geliyor. Sanki babam hâlâ şu köşede, elle tutamasam da bizi o köşeden sevmeye devam ediyor...
Tam da Tarık Akan’ın babam gibi akciğer kanserinden gittiği günün ertesinde, elimden kaçan geçmişi tutmanın tek mümkün olduğu yerde bu yazıyı yazmak istedim. Geçmiş bayramınızı kutlamak ve anne-babanız hayattaysa gelecek olanların daha çok kıymetini bilmenizi hatırlatmak için.

Menderes’i öldürenleri unutmamak

Bu yazıyı yazdığım saatlerden tam 55 yıl önce Adnan Menderes darağacında darbeciler tarafından öldürüldü. Menderes’i öldürenler yıllarca bu ülkede egemen oldular, muteber sayıldılar. Bu gün bu kafa hâlâ yaşıyor ve hâlâ egemen olma hayalleri kuruyor. FETÖ ne kadar tehlikeli ise bu kafa da o kadar tehlikeli...