Neredeyse bütün bankalar tamamen veya kısmen yabancı sermaye ortaklı hale geldi. Özelleştirmeyle satılan büyük şirketlerin çoğunu yabancılar alıyor. Özel sektör şirketleri de armut gibi pişip yabancıların ağzına düşmekte.Bu gelişmelere bakan bazı meslektaşlarımız düğmeye basmanın zamanının geldiğini, hatta geçtiğini düşünüyor.Haklı mıdırlar?Bu sorunun doğru cevabını bulmak için belki de şu soruyu sormak gerekir: Bir şirketin milliyeti mi önemlidir yoksa performansı mı? İstanbul Sanayi Odası'na göre, Türkiye'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu arasında 2006 anketinde bu sorunun cevabı var.140 yabancı sermaye paylı kuruluş (% 28) vardı.Satışların % 33'ünü bu 140 şirket gerçekleştirdi. Brüt katma değerdeki payları % 38, kârdaki payları % 40, ihracattaki payları % 48'dir. Bu yüzdeler yabancı sermaye ortaklı şirketlerin Türk şirketlerinden çok daha randımanlı olduğunu gösteriyor. Yabancı sermaye yatırımları konusunda panik düğmesine basma zamanı geldi mi? Ortalamanın üstünde performans gösteren şirketlerin varlığı ekonomi için kötü olamaz. Ayrıca, yabancı şirketler sadece finansal performans açısından önde değildirler. Yüksek teknoloji, ileri yönetim sistemleri, şeffaflık ve uluslararası deneyim gibi konularda da ortalamanın üstündedirler. Bu özellikleri, geçişimle Türk şirketlerine sızar ve genel performansın yükselmesine neden olur.Bir başka avantaj, yüksek randımanlı şirketlerin rekabet ortamını yükselterek standartları yukarı çekmesidir.Bunlar, kapının yabancı sermayeye ardına kadar açık tutulması niçin bir neden teşkil eder mi?Yabancı yatırımlara açık olmak iyi bir politikadır. Ama, Batı'nın en liberal ülkelerinde bile yabancı sermaye girişleri bizdeki kadar serbest değildir. Amerika Birleşik Devletleri'nde yabancı yatırımları inceleyen bir komite var. Kritik addedilen şirketler bu komitenin oluru alınmadan satılamaz. Almanya da devlet şirketlerine yönelik yabancı alımları incelemek üzere benzer bir komite kurmayı düşünüyor.Dünyanın en liberal ülkelerinden biri olan İngiltere bile her gelene kapısını açmıyor. İngiltere Merkez Bankası izin vermediği için Sabancı'nın Londra'daki bankasını Kazaklara satamadığını ve tasfiye etmek zorunda kaldığını hatırlayalım.Bizim sorunumuz, hem özelleştirme hem de yabancı sermaye politikalarını herhangi bir ev ödevi yapmadan, hatta sonuçları konusunda fazla fikir sahibi olmadan yürürlüğe koymuş olmaktır.Uluslararası Para Fonu, 2001 iflasının ardından "açın kapıları" buyruğunu verdi. Hükümet kapıları açtı. Tipik bir Türk hikâyesi yani. Uzun vadeli plan ve strateji yok, entelektüel altyapı yok, inceleme yok, komite yok. Kendini akıntıya bırakmak var. mmunir@milliyet.com.tr Yabancı yatırımlara açık olmak