Türkiye, 2002-2007 arasında tarihinin kesintisiz en uzun büyüme dönemini yaşadı. Büyümenin nedeni 2001 krizinden sonra Uluslararası Para Fonu yönetiminde gerçekleştirilen köklü reformlardır. Hükümet harcamaları disiplin altında alındı, bankalar güçlendirildi.
Ama büyümenin esas nedeni finans bolluğu ve ucuzluğudur. Bolluk, Türkiye’nin kendi kaynaklarıyla muktedir olabileceği büyümeyi belki de üçe katladı.
Uluslararası finans krizi Türkiye’yi bu boğanın sırtından indirdi. Dünya yaşadığı bolluk kadar büyük bir finans darlığı içine düştü ve hızla içine gömülüyor. Global ekonomi yavaşlama sürecine girdi. ABD’den Endonezya’ya kadar birçok ülkede panik yaşanıyor.
Türkiye’de de yavaşlama başladı. Borsa düştü, lira dolar ve euro karşısında zayıflıyor. Ama başka ülkelerde yaşanan kâbus ile karşılaştırıldığında ülkede nispi bir sukûnet var. Hiç olmazsa bu yazının yazıldığı çarşamba gününe kadar.
Bunda en önemli etkenlerden biri 2001 krizinden bu yana bankaların sermaye tabanlarını güçlendirmiş olması ve fazla dış açığı bulunmamasıdır. Hükümet, ABD ve birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, tasarruflara sağladığı güvenceyi genişletmek zorunda kalmadı.
Ama bizde de kaliteye kaçış gözleniyor. Tasarruflar küçük bankalardan ve pırltısı çizilen yabancı bankalardan büyük Türk bankalarına kayıyor.
Krizin ipucu dolardır...
Uluslararası krizin ilk ve en önemli sonucu büyüme alanında hissedilecek. Türkiye kronik sermaye ve döviz kıtlığı yaşayan bir ülke olarak yüksek bir kalkınma hızı gerçekleştirmek için dış kaynağa muhtaçtır. Kalkınmakta olan ülkelere yönelik özel sermaye akımı 2000’de 312 milyar dolarken geçen yıl 1.3 trilyon dolara çıktı. Türkiye’nin de bol bol faydalandığı bu akışta büyük ve sürecek bir düşüş var. Uzmanlar, 2006’da nerdeyse %7 olan gerçek hasıla büyümesinin bu yıl %4, gelecek yıl %3 civarına inmesini bekliyor.
Global yavaşlama ile başlayan petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüş Türkiye’nin ödemeler dengesine olumlu bir etki yapacak. Ama en büyük pazarı olan Avrupa’da ekonomik yavaşlama ihracata büyük darbe vuracak.
İnişe geçtik. Yavaş yavaş mı yere konacağız yoksa çakılacak mıyız, bunun cevabını hiç kimse bilmiyor. İpucu dolardır. Eğer doların yükselişi durdurulamaz bir şekilde devam ederse inişin sarsıntısız olma şansı kalmayacak.
Hükümetin bu güne kadar fazla aktif olduğunu söylemek mümkün değil. Ama olsa ne yapabilirdi?
Erol Sabancı’nın dediği gibi: “Kimsede reçete yok. Bu güne kadar hiçbir reçete hastalığı durdurmadı. Kim bende reçete var diyorsa yalan söylüyor.”