Dünyanın düşünce kenar mahallelerinden birinde yaşadığımız için ileri ülkelerde tartışılan birçok konu bizde duyulmuyor.
Barajlar bu konulardan biridir.
Barajlar artık en tartışmalı, potansiyel olarak en yıkıcı ve zararlı altyapı projeleri arasında sayılıyor.
Batı, binlerce baraj yapıp nehirlerini, çevrelerindeki doğal hayatı haşat etikten sonra bu gerçeğe uyandı. Ya da uyanmaya başladı.
Biz hâlâ uykudayız. Olayı yalın ve sığ bir çerçevede görmeye devam ediyoruz: “Baraj yap. Ucuz enerji elde et. Dışarıya bağımlılıktan kurtul.”
Gerçek bu kadar basit değil. Bütün akarsuların üzerine baraj yapsanız da dışarıya bağımlılıktan kurtulamazsınız. Sudan elde edilen enerji “ucuz” değildir. Her akarsuya baraj yapılmaz. Her baraj vaat ettiği verimi vermez. Bazı barajların zararı yararından fazladır.
Kalp krizi gibi
Dünya barajlar konusundaki gerçekleri 2000 yılında Dünya Bankası tarafından yayımlanan tarihi bir rapordan sonra anladı.
Rapora göre, geçtiğimiz yüzyılda yapılan 50.000 baraj İngiltere büyüklüğünde bir alanı sular altında bıraktı. 40 ile 80 milyon insan evinden, yerinden ve geçim kaynağından oldu. Bu insanları başka yerlere yerleştirmek ve uğradıkları zararı tazmin etmek için uygulanan programlar çoğu zaman başarısız oldu.
İnsan için kalp krizi ne ise akarsu için baraj odur.
Barajlar yeryüzündeki nehirlerin ve bunlarla bağlantılı ekosistemlerin yüzde 60’ını geri dönülmesi mümkün olmayacak şekilde tahrip etti. Doğal güzellikleri sulara gömdü. Paha biçilmez tarihi eserleri yuttu.
Buna karşılık, genel olarak bakıldığında, planlandığından daha az enerji üretti, daha az toprağı suladı, daha az içme suyu temin etti.
Su boşuna akmaz. Toprak ve akarsular birbirine olağanüstü karmaşık şekillerde bağlı bir bütündür. Denebilir ki vücut için kan dolaşım sistemi ne ise toprak için akarsular odur. Barajlar suyun fiziki doğasını, kimyasını ve akışını değiştirir. Suyun kalitesini bozar. Yeraltı suyu seviyesinin düşmesine, sazlıkların kurumasına, canlıların yaşam alanlarının tehlike altına girmesine neden olur.
Müteahhidin insafı
Yenilenebilir enerjinin moda olmasıyla Türkiye’de şirketler akarsulara hücum etti. Üzerinde baraj veya santral yapılmayan veya yapılması planlanmayan bir tek kayda değer akarsu yoktur.
Başbakan’ın iddiasının aksine, bu işin hiçbir aşamasında çevre bir unsur değildir. Bu projelerin denetlenmesiyle ilgili mevzuat bile yoktur.
Enerji Piyasası Denetleme Kurumu’nun kontrol mekanizması yoktur. Devlet Su İşleri’nin yeterli elemanı ve inancı yoktur. Projeler denetlenmediği için Türkiye’de doğa (kuzunun kasabın insafına bırakılması gibi) müteahhitlerin insafına bırakılıyor.
Dünya Bankası’nın raporundan sonra uluslararası kuruluşlar ve bankalar barajlara sıkı çevre standartları koydu. Türkiye bunlardan hiçbirine uymuyor.
Başbakan çevrecilere posta koyacağına kendi danışmanlarına ve bakanlarına baksa çok daha iyi yapar.