Geçen gün Erdoğan’ın Strasbourg’daki Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmasını izlerken nereden nereye gelmiş olduğumuzu düşündüm.
Avrupa Konseyi insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunmak amacıyla kurulmuş, Avrupa çapında hükümetler arası bir örgüttür. Birkaç istisna dışında, Türkiye dahil, bütün Avrupa ülkeleri buraya üyedir.
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üye ülkelerin parlamentolarından seçilen 315 üyeden müteşekkildir. İnsan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inancımız narin olduğu için en iyi müşterisi olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Avrupa Konseyi’ne bağlıdır.
Eskiden bu gibi meclislerde bizimkiler mümkün olduğu kadar yüksek not almaya kararlı “iyi aile çocuğu” havasında Batılıların hoşlarına gidecek şeyler söylemeye çalışırlardı. Şikâyet edecekleri bir konu varsa onu da mümkün olduğu kadar diplomatik bir dilde anlatmaya çalışırlardı.
‘İster al, ister alma’ havası
Kendine güvensizlik, dünyadaki yerinden emin olmama havası hâkimdi bu sunumların çoğuna.
Pisi kedi havasındaydılar, özetle.
Erdoğan Brüksel’de esip gürledi, posta koydu, kafa tuttu, tehdit etti, espri yaptı, argo konuştu ve genellikle muhataplarının kendisi ve Türkiye hakkında ne düşündüğünün umurunda olmadığı izlenimi verdi. Diplomatik olmak, izleyicilerini kazanmaya çalışmak gibi bir tasası yoktu.
Tavrı, özgüveni tam, ne istediğini nereye gideceğini bilen bir insanın tavrı idi. Hiç kimse Erdoğan’dan daha az pisi kedi, daha az “monşer” olamazdı.
Eskiden komünistler sokaklarda “tam bağımsız Türkiye” diye bağırırlardı. Aradıkları kişinin Erdoğan gibi birisi olduğunu sanmıyorum. Ama aradıkları “bağımsız” Türkiye’yi kendilerine bu aramadıkları adamın verdiğine şüphe yok.
Bir uçtan diğer uca gittik, diye düşündüm. Diğerleri yapay Avrupalı idi. Erdoğan sapına kadar Türk ve doğulu.
“Canın isterse. Ben buyum. İster al, ister alma” havasında.
“Ustalık” devrine geçmeye hazırlanan ve muhtemelen haziran seçimlerinden sonraki kabinesini bile hazırlamış olan Erdoğan tarihe damgasını vurmaya kararlı. Aklındaki Türkiye’yi kurma azminden onu kimse vazgeçiremez.
BP’den bir alıntı...
Dışarıda, eski, yakın müttefikler Ankara’nın dostluğuna ve desteğine artık eskisi gibi garanti gözüyle bakamayacaklarını öğrendi.
İçeride, çıraklık ve kalfalık döneminde ona karşı çıkan herkes hizaya getirildi.
Öyle görünüyor ki Erdoğan emeline ulaşmak için Abdullah Gül’le ve Bülent Arınç gibi AKP kodamanlarıyla çatışmaya bile hazır.
Erdoğan’ın dinlerken dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri olan BP’nin eski patronu Lord Browne’un sözleri de aklıma geldi:
“Lider olarak insanın özgüven, tevazu ve kibir arasındaki hassas dengeyi tutturması kolay değildir. İşi ileri götürecek kararlar alabilmek için özgüvene ihtiyacınız vardır... Ama kibir bütün olasılıkları dikkate almadan karar vermenize neden olabilir.”
Erdoğan’ın dramı bu dengeyi umursamayı çoktan unutmuş olmakta yatabilir.