Çok uzun yıllar önce Ankara’daki bir devlet hastanesinin koridorlarında yürürken duvarda asılı bir tabelada şunları okudum: “Katlanılması en kolay sancı başkalarının çektiğidir.”
Neden hastanede idim, hatırlamıyorum. Hasta olarak olmadığım kesin ama kimi ziyarete gitmiştim? Tamamen aklımdan çıktı.
Tabelada yazılanları ise hiç unutmadım. Ağrı insanı feylezof yapıyordu. Tabeladakileri okumak bana da biraz ağrı feylezofluğu bulaştırmıştı.
Onun için Ağrının Memleketinde adlı kitabı görünce hemen ısmarladım. Yazarı ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısının en ünlü Fransız yazarlarından biri olan Alphonse Daudet (1840-97). Bugün artık edebiyat fakültesi öğrencileri dışında hiç kimse onun eserlerini okumuyor. Oysa zamanında romanları ve tiyatro eserleri ona büyük ün ve servet kazandırmıştı.
Daudet, 17 yaşında Paris’te frengi kaptı. Hastalık 25 yıl kadar etkisini fazla göstermeden vücudunda yaşadı. 1880’lere gelindiğinde frengi son dönemine girdi ve Daudet’ye 12 yıl tarifsiz acılar yaşattı. “Bazı günler var” diye yazdı, “uzun günler, sanki yaşayan tek şeyim sızım.”
Hiçbir zaman iyileşmeyeceğini, hastalığın gittikçe ilerleyerek onu tamamen felç edeceğini, kör olabileceğini, akli melekelerini kaybedeceğini biliyordu. “Bu benim” diye kendini tarif etti: “Tek kişilik bir sızı bandosu.”
Bütün tedavileri denedi. Ama o çağlarda frengi, tedavisi olmayan bir hastalıktı.
İntihar etmeyi düşündü ama karısı vazgeçirdi.
İngiliz şair Larkin’in dediği gibi: “Cesaret başkalarını korkutmamaktır.”
Daudet ıstırabını, ailesine, sevdiklerine bir ıstırap konusu yapmadan çekmeye karar verdi. “Istırap çekmek hiçbir şeydir” dedi bir arkadaşına.”Bütün olay sevenlerinizin ıstırap çekmesine mâni olmak.”
“Sızı her zaman onu çeken için yenidir; çevresindeki insanlar için ise yeniliğini kaybeder” diye yazdı benim duvarda gördüğüm yazının felsefesini, başka bir biçimde aksettirerek. “Herkes ona alışacak, benden başka.”
Bir gün bir roman haline getirmek amacıyla not tutmaya başladı. Roman hiçbir zaman yazılmadı. Notlar Ağrının Memleketinde başlığıyla 1930’da yayımlandı. Benim okuduğum kitap bunun İngilizce tercümesi idi.
“Sızının genel bir teorisi yoktur” diye yazdı Daudet. “Her hasta onu yeniden keşfeder ve herkes için sızının doğası değişiktir, her salonun akustiğine göre şarkıcının sesinin değişik olması gibi.”
Ümitsiz vakaların gittiği bir kaplıcada, havuzda yanında duran belden aşağı felçli bir adamın, yanındaki kişiye şu soruyu sorduğunu duydu. “Pardon, beyefendi, ama şu bacak benim mi, sizin mi?” Diğeri, cevap verdi: “Sanırım sizin olacak.”