Ozanköy
Karanlık basınca ben içeri giriyorum, mahlûkat dışarı çıkıyor. Ama bu akşam arkadaşımla beraberim ve güneş battıktan sonra da bahçede oturup konuşmaya devam ediyoruz.
Bahçenin, arkadaşımın Sivrisinek Köşesi adını taktığı yerindeyiz. Dağlar göründüğü için burada oturmaktan hoşlanıyor. Galiba sivrisinekler de dağları görmekten hoşlananları ısırmaktan hoşlanıyor çünkü bu mevkide bahçenin diğer yerlerinden çok sivrisinek var ya da bize öyle geliyor.
Koltuklarımızın arasında duran masanın altında, küçük bir kovanın içinde, pek işe yaramadan sinek-savar bir mum yanıyor.
İlk çıkan daha tam karanlık olmadan beliren yarasalar oluyor. Dalışlar yaparak sinek yiyorlar. Yeryüzünde yaşayan 1240 kadar yarasa cinsinin yüzde yetmişi sinek ile besleniyor.
Karanlıkta tatarcık veya sivrisinek gibi minik yaratıkları nasıl görürler, derseniz yarasalar Ekolokasyon denilen “sesle yer belirleme” yöntemiyle “görür.”
Yarasa yankı yapma özelliği yüksek, ultrasonik, yani yüksek frekanslı bir ses çıkartır. Bu ses onun çevresindeki bütün cisimlere çarparak yankılanır. Beyinleri ve duyma organları, yollanan sesle yankılanan ses arasındaki farkı karşılaştırarak yarasanın çevresini ayrıntılı bir şekilde resmeder.
Yarasa avını görür
Bu “resim” sayesinde yarasa avını görür, yerini, hatta cinsini tespit eder. Sistem o kadar mükemmeldir ki yarasa av peşinde tekrar tekrar yüzünüzü yalarcasına geçer ama hiçbir zaman size (veya başka bir şeye) çarpmaz.
Bizi nasıl görüyorlar acaba? Dünyayı bu şekilde, ses olarak görmek nasıl bir şey?
Badem ağaçlarında ince ağızlı küçük testereler çalışmaya başlıyor. Bunlar da bademlerin içini yemeden önce tepelerini kemiren tarla fareleri. Göz önünde, kuş yemliğinden yer fıstığı yiyecek kadar da korkusuzlar.
Kedi Limon, farelere aldırmaksızın, boş bir bahçe koltuğunun yastığında uyuyor.
Farelerden sonra çığlıklar atarak dolaşan baykuşlar beliriyor. Bir tanesi farenin üzerinde bulunduğu dala konuyor ama dönüp bakmıyor bile.
Bir kanat sesi duyuyoruz. Bir beyaz baykuş, kanatları ölüm perisininki kadar uzun, geçip gidiyor, testerelerini aralıksız çalıştıran fareleri umursamadan. Hayatımda ilk defa görüyorum bu kuşu.
“Bunlar farelerle anlaşmaya varmışlar” diyor arkadaşım.
“Bu kedinin işine son vereceğim” diyorum.
“Hayıııır” diyor, kedilerle aşk yaşayan arkadaşım sesini incelterek.
Sanırım tilkiler gecenin geç saatlerinde, el ayak tamamen çekildikten sonra gelecek. Kaldılarsa, tabii. Eskiden geç saatlerde bağırışlarıyla uyanırdım.
İnsanlar için zararlı hayvan cinsine girdikleri için tilkiler Soğuk Savaş dönemindeki komünizm gibi, “her görüldüğü yerde” eziliyor. Yılın bu zamanlarında asfaltta gittikçe yassılaşan tilki cesetlerine rastlamak mümkün.
Bir arkadaşım, Tarım Bakanlığı’ndan emekli olan bir memura, “Sizin düşüncenize göre tilkiler zararlı mı” diye sormuş. Adam bir süre düşündükten sonra “Hayır” demiş. “Tilkiler bizden önce buralardaydı. İnsan zararlı.”
Bir kirpi irislerin arkasından çıkıp hızlı adımlarla bir kavis çizerek mersinin altında kayboluyor. Milattan Önce 645-680 yıllarında yaşayan Yunan şairi Arşilohus “Tilki birçok küçük şey bilir, kirpi bir tek büyük şey bilir” diye yazmıştı, ne olduğunu söylemeden.
Tilkinin bildiği birçok şey arasında kirpinin bildiği tek şey de var mıdır dersiniz?
Bir gece sabaha kadar oturup gece yaratıklarını izlemeliyim. Ama o gece bu gece değil.