Bir Pakistan atasözüne göre “Karanlığın en derin olduğu yer ışığın altıdır.”
Seçim sonuçları çok açık ve kesin.
Pirene dağlarında küçük bir ülke olan Andorra’yı bir tarafa bırakacak olursak, Avrupa’da AKP’nin aldığı yüzde 50 oyu almış, hatta yanına yaklaşmış bir parti yoktur.
Almanya ve İngiltere koalisyonlarla yönetiliyor. Fransa’da iktidarda olan Nicolas Sarkozy ise 2007’de yapılan seçimlerin ilk raundunda oyların sadece yüzde 31,2’sini aldı.
AKP’nin kazandığı devasa, daha da iyileştirilmesi neredeyse imkânsız, ağız sulandırıcı bir çoğunluktur. Seçmen, Erdoğan’a, neredeyse “Al Türkiye’yi ne yaparsan yap” dedi.
Erdoğan üçüncü defa başbakan olacak ve onu bu makamda neredeyse on yıldan beri tanıyoruz. Oy sayımı tamamlandıktan sonra yaptığı konuşmasında “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” da dedi. Sık sık “demokrasi” kelimesini de kullandı.
Ama ne onunla olan uzun tanışıklığımız ne de sicilinin verdiği ipuçları niyetlerinin sınırı konusunda bizi aydınlatmıyor. Beni aydınlatmıyor, en azından. Çünkü her duyduğuma inanmamayı öğrendim.
Türkiye üyesi olmaya çalıştığımız hiçbir Avrupa Birliği devletine benzemiyor. Oluşum halinde bir siyasi rejime, geçmişi demonte etmeye kararlı bir lidere sahip.
Eski Türkiye’de hâkim rol oynayan asker, yargı ve medya meydanı terk etti. Eskinin yerine başka bir şeyin inşa edileceği bir dönemin başlangıcındayız.
Bu inşa edilen şey ne olacak?
Seçim sonuçları açık, bu sorunun cevabı kapalıdır. Erdoğan’ın hayalinin çerçevesi açıklanmış değil.
Bence o kalkınması bol, özgürlüğü kıt bir ülke hayal ediyor. Bir tür Müslüman veya Ortadoğu Singapur’u. Ama büyük, dış politikada gösterecek adaleleri olan bir Singapur. Başkanlık sistemini getirmek istemesin arkasındaki ana neden budur. Başkanlık onun otoriter, eleştiriye dayanıksız, engel tanımayan, aceleci kişiliğine en uygun tarzdır.
Yapabilir mi? Gerçi tek başına anayasayı yazıp referanduma sunacak oy sayısına sahip değil. Ama çok yakın. Disiplini fazla güçlü olmayan, başka partilere mensup milletvekillerinin yardımı ile menzile erişebilir.
Montaigne “Hiç kimse ölünceye kadar onun için ‘mutlu bir hayat sürdü’ demeyin” der. “Ömrün son gününde yaşanan bir felaket insana ‘Bugün gereğinden tam bir gün fazla yaşadım’ dedirtebilir.”
Galiba aynı şeyi liderler için de söylemek mümkün. Onlar için de art arda üç, dört, beş seçim kazansa bile iktidarının son gününü tamamlayıncaya kadar ‘başarılı oldu’ denmemeli. Çünkü, Montaigne’in dediği gibi “Bazen kader bile bile ömrümüzün son yılına kadar bekler, inşa etmek için yılları harcadıklarını bir anda devirmek için.”
Erdoğan eline geçirdiği güçle büyük de olabilir, küçük de.
“Türkün, Kürdün, Zazanın, Lazın, Gürcünün, Romanın, Türkmenin, Alevinin, Sünninin, azınlıkların” her birinin birinci sınıf vatandaş olduğu bir Türkiye isteği retorik değilse en büyükler arasında yer almaması için bir neden yoktur.