Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İngiliz gazeteci Ludovic Kennedy, arkasından, “iyilikler yapmaya çalıştı ama becerememiş olabilir” denmesini istiyormuş. Birkaç ay önce doksan yaşında ölen Kennedy ünlü bir gazeteci ve televizyon habercisiydi ama asıl ünü yargı sisteminde haksız cezaya çarptırılmış kişileri aklamak için verdiği kavgalara dayanıyordu.
Elli yıl boyunca haksızlığa uğrayanlar için mücadele etti. Kötü polis ve yargıçların, delil çarpıtan savcıların başına bela oldu. Bu doğrultuda televizyon filmleri yaptı, kitaplar yazdı.
Sık sık Goethe’nin (1749-1832) sözlerini tekrarlardı: “Kim ki güçlü cezalandırma dürtüsüne sahiptir ondan kuşku duyulmalıdır.”
Masum oldukları halde mahkûm edilen kişilere karşı Avrupa’da ilk savaşı veren Fransız düşünürü Voltaire’dir (1694-1778).
Voltaire zamanında Fransa’da yargı sistemi çok ilkeldi. Dedikodu delil sayılıyor, tek bir kişinin ifadesine dayanılarak, başka kanıt aranmaksızın, insanlar asılabiliyordu.

Adalet duygumuz zayıf...
Voltaire, yanlış yere ağır cezalara çarptırılanların savunmasını üzerine aldı. Yıllarca, hiç tanımadığı insanların aklanması için mücadele verdi.
Bu onun saygıyla anılmasına neden olan özelliklerinden biridir.
Bizim Voltaire’lerimiz, Kennedy’lerimiz oldu mu?
Haksızlığa uğrayanlar ya da hakkını koruyamayanlar için mücadele etme geleneğimiz güçlü değil. Adalet duygumuz zayıf.
Bizde devletin her şeyin üstünde olduğu inancı, hukukun ve adaletin her şeyin üstünde olduğu inancından güçlüdür. Osmanlı’da âli olan devletti, adalet değil. Şimdi de öyle.
Örneğin, Güneydoğu’da devletin felsefesi şu idi:
Asker, polis, MİT, yargı orada ne yapıyorsa doğrudur, doğru değilse bile desteklenmelidir. Desteklemeyenler haindir. PKK’nın gaddarlığına ve yasa tanımazlığına benzer gaddarlık ve yasa tanımazlıkla cevap verilmesine sessizce izin verdik.
Yargısız infazlar, işkence, yakılan ve boşaltılan köyler, eşlerinin önünde dövülen adamlar, gözaltına alındıktan sonra bir daha görülmeyenler kılımızı kıpırdatmadı.
Kılı kıpırdayıp sesini çıkaranlar ezildiği zaman da kılımız kıpırdamadı.
Bu muamele, sanki uzak bir ülkede başka insanlara uygulanıyordu.
Aynı tepkisizliği 1980 darbesinden sonra solcular ezilirken de gösterdik, dinciler ezilirken de.
Adil olmak en büyük meziyetlerden biridir ama çok azımız bunun farkında. Devleti ve toplumu bir arada tutan doku olan hukukun hastalığının temeli buradadır.
Anayasamız kendine saygı duyan herhangi bir demokratik ulus için bir hakaret. Hukukumuz eski, hukuk kurumlarımız antidemokratik.
“Kim ki güçlü adalet duygusuna sahip değildir, ondan kuşku duyulmalıdır” dersek güvenilecek kaç kişi ve kurum kalır?
Böyle bir ülkede mutluluk ve huzur mümkün mü?