Bazen kura çekmek ihale açmaktan iyidir. Bunu akarsular üzerinde yapılması planlanan hidroelektrik santralları bağlamında söylüyorum.
Son yıllarda enerji sektörü bütün dünyada olduğu gibi bizde de moda oldu. Özellikle “yenilenebilir” diye tarif edilen akarsu ve rüzgâr ve yakında furyası bizde de başlayacak olan, güneş enerjisi. Bütün ülkeler gibi, Türkiye de petrol ve gaza bağımlılığını azaltmak istiyor.
Petrol ve gazın pahalanması yenilenebilir enerjiyi kârlı hale getirdi.
Yerli kaynağa dayalı kapasiteyi geliştirmek teşvik ediliyor. Yakında Avrupa Birliği ile ortak hareket etmenin getireceği teşvikler de büyük bir ivme kazandırdı.
Fakat ülkemizde akıl rezervleri petrol rezervleri kadar kıt olduğu için her şey rasyonellikten uzak bir şekilde cereyan etmekte.
Projeyi kapmak için...
Birinci akılsızlık Enerji ve Çevre bakanlıklarının aklınıza gelebilecek bütün akarsuları hidrolelektrik santralı yapmak için açmasıdır. Bu konuda faaliyet gösteren bir şirketten aldığım bilgiye göre, 800 civarında proje var. Özel şirketler 1200 civarında proje geliştirdi.
İkinci akılsızlık lisans dağıtmada uygulanan kriterin yetersiz olmasıdır.
Eskiden müracaat az olduğu için neredeyse “Ben buraya santral kuracağım” demek yetiyordu. Şimdi birçok istekli var. Onun için devlet “katkı payı” diye bir şey çıkardı. Katkı payı üretilen kilovat başına devlete ödenecek paradır. İhalede hangi şirket daha fazla katkı payı veriyorsa akarsu ona tahsis ediliyor.
Bu ilk bakışta makul gelebilir.
Ancak, birçok şirket projeyi kapmak için fizibıl olmayan fiyatlar veriyor.
Bu tür ihaleyle su kullanım hakkı verilen proje sayısı da 230 oldu. Uzmanların yaptığı incelemelere göre, kilovat saat başına 8.40 yeni kuruş teklif edilerek alınan projeler var. EPDK ortalama satış fiyatının 2007 için 9.67 kuruş/kilovat saat olduğunu 2008 için ise tahminen 10.40 kuruş/kilovat saat olacağı düşünülürse, bu ihaleyi kazanan şirket her yıl enerji satışından elde ettiği gelirin yaklaşık yüzde 80’ini katkı payı olarak geri ödemeyi taahhüt etmiş oluyor.
Kriterler önemli
Bir uzmanın sözleriyle, “Böyle bir yükle bir proje nasıl yapılır, yapılmadan önce nasıl finanse edilir, anlamak güç.”
Değerlendirme kriterlerinin daha sofistike olması lazım. Yıllık bazda en yüksek enerji üretimi yapmak, en az maliyetli projeye sahip olmak, zaman faktörü, tecrübe, teknik-mali güç, en az çevre kirliği yaratmak gibi kriterler dikkate alınmalıdır.
Taahhüt ettiği projeyi zamanında işletmeye alamayan firmalara, kaybına sebep olduğu kaynakla orantılı ceza kesilmelidir. Bu ceza maddesi aslında yasalarda vardır ama birçok şirket lisansları ellerine alıp yıllarca iş yapmadan bekletildiği halde uygulanmamaktadır.
Bu koşullar altında ihale yapmak yerine kura çekmek, yani işi Allah’a bırakmak, en iyi seçim olarak görünüyor. Hiç olmazsa, bu şekilde, firmaları ezici bir finansman yükünden kurtarıyorsunuz.
DSİ: Ilısu’da inşaatın başlama olasılığı azalmadı
Yazınızda “Ilısu Barajı inşaatına başlanılma olasılığının süratle azaldığı, çünkü baraj inşaatı başlamadan önce çevreyi ve insanları korumak için taahhüt edilen şartların yerine getirilmediği iddia edilerek, Ilısu Barajı için öngörülen çevre standartlarının hiçbir baraj için uygulanmadığı” ifade edilmektedir.
Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santral (HES)i Projesi kapsamında kredi kuruluşları ile Genel Müdürlüğümüz arasında imzalanan Nihai Mutabakat Zaptı'nda yeniden yerleşim, kültürel miras ve çevre alt başlıkları için başlama ve bitiş tarihleri belirlenmiş oldukça detaylı "Görev Tanımları" söz konusudur. Bu kapsamda 153 adet Görev Tanımı belirlenmiştir. Söz konusu 153 adet Görev Tanımının, 89 adedi DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulmuş olan Proje Uygulama Birimi tarafından, 64 âdeti ise ulusal ve uluslararası uzmanlardan oluşan Uzmanlar Komitesi tarafından yerine getirilecektir. Görev Tanımlarının yerine getirilmesi ile ilgili süreç Nihai Mutabakat Zaptı’nda net olarak belirlenmiş ve projenin geneline yayılmıştır. Söz konusu Görev Tanımları inşaat öncesi, inşaat aşaması ve işletme dönemlerine ilişkin kalemleri kapsadığından 153 kalem Görev Tanımının aynı anda başlatılması, sürecin doğası gereği mümkün değildir. Yani, bazı yükümlülükler inşaat aşaması öncesinde yapılması gerekenleri tanımlarken bazıları inşaatın bitmesi, su tutulması ve hatta işletme aşamasında yapılması gerekenleri tanımlamaktadır. Bu yükümlülükler, zamanlamalarına uygun olarak yerine getirilmektedir. Dolayısıyla Ilısu Barajı’nın taahhütlerin yerine getirilmemesi sebebiyle inşaatına başlanılması olasılığının süratle azaldığı ifadesi gerçeği yansıtmamaktadır.
Yazıda yer verilen diğer bir ifade ise Ilısu Barajı için öngörülen çevre standartlarının diğer baraj inşaatlarında uygulanmadığı iddiasıdır. Herhangi bir akarsu üzerinde gerçekleştirilen bir baraj projesinin ilgili sahada bulunan bitki ve hayvan türlerinden bazıları üzerine etkilerinin olması kaçınılmazdır. Fakat sağlıklı bilimsel çalışmalardan elde edilecek veriler ışığında gerçekleştirilecek düzenlemeler ile bu etkileri ortadan kaldırabilmek veya en aza indirebilmek mümkündür. DSİ Genel Müdürlüğü’nün geliştirdiği tüm projeler Çevre ve Orman Bakanlığı’nın Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliği kapsamında değerlendirilmektedir. ÇED sürecinde hazırlanan raporlar ile bölgenin ekolojik özellikleri ortaya konarak buradaki ekosisteme ilişkin değerlendirmeler yapılmakta, mansap su ihtiyaçları ve canlı hayatının idamesi için gerekli olan su ihtiyaçları, ilgili kurum ve kuruluşlardan (ulusal ve yerel düzeyde) oluşturulan İnceleme Değerlendirme Komisyonu tarafından belirlenmektedir. Ayrıca ÇED aşamasında yerinde yapılan duyuru ve Halkın Katılımı Toplantılarıyla kamuoyunun da bilgilendirilmesi ve projeye ilişkin görüşlerinin alınarak projeye yansıtılması sağlanmaktadır.
Baraj projelerinde gerek inşaat aşamasında ve gerekse de rezervuar oluşumu sonrasında başlatılacak işletme sürecinde gerçekleştirilecek izleme çalışmaları ile doğal yaşama olan etkiler minimuma indirilmeye çalışılmakta, akarsu ortamının Göl ortamına dönüşmesi sürecinde ortaya çıkabilecek etkiler, sürdürülen çalışmalar sonucunda alınacak önlemlerin de katkısıyla ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Sonuç olarak baraj projelerinin inşaat aşamasında ve işletme sürecinde alınan çevresel tedbirler projenin büyüklüğüyle paralel olmaktadır. Takdir edileceği üzere planlanan her baraj projesi, etki alanı bakımından aynı kategoriye sokulamaz. Ilısu Barajı tamamlandığında gövde hacmi bakımından Türkiye’nin ikinci, kurulu güç ve yıllık enerji üretim kapasitesi bakımından da dördüncü büyük barajı olacaktır. Dolayısıyla yeniden yerleşim, kültürel miras ve çevre konularında yukarıda da bahsi geçen ve 153 adet Görev Tanımı olarak kamuoyunun gündemine gelen çok geniş kapsamlı tedbirler alınmış ve alınmaktadır. Aynı boyutta tedbirlerin, bütün baraj projelerinde uygulanması söz konusu olamayacağından her proje için özelliğine ve etki alanına göre çeşitli çevresel tedbirler uygulanmaktadır.
Son olarak belirtmek gerekir ki ülkemizde barajlar tüm dünyada olduğu gibi hidroelektrik enerji üretmek, tarımsal sulama yapmak, içme kullanma ve sanayi suyu temin etmek, taşkınları önlemek ve benzeri birçok faydayı elde etmek maksadıyla inşa edilmektedir. Örneğin Ilısu Barajı ve HES Projesi ülkemizin kalkınma çabalarına paralel olarak ortaya çıkan enerji ihtiyacının karşılanmasına önemli katkıda bulunacaktır. Benzer şekilde, sağlayacağı sulama olanakları ile bölgedeki geniş alanlarda son zamanlarda gittikçe daha etkili bir şekilde hissedilen kuraklığın olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılmasında da faydalı olacaktır. Bunun yanı sıra giderek artan göç hareketinin önlenmesi sürecinde de önemli bir adımdır. Dolayısıyla barajların inşa edilme amacının bazı çevrelere rant sağlamak olduğu yönündeki bir değerlendirme insaf ölçülerine uygun değildir.
DSİ Genel Müdürlüğü