Ankara’daki öğrencilik ve ilk gazetecilik yıllarımda Cumhuriyet Türkiye’nin Le Monde veya New York Times olmaya aday tek gazetesiydi. Ağır ve saygındı. Etkili yazarları vardı. Gazetede uzun yıllar çizen Ali Ulvi belki de Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi karikatüristi idi. Ama uzun soluklu olamadı. Gazete sahibi Nadi ailesi birbirine girdi, ardından gazetede egemenlik kurmak isteyen iki düşman kamp. Dostoyevski romanlarını gölgede bırakacak acılı bir süreçte gazete aileyi, aile gazeteyi yok etti.
Cumhuriyet 1990’larda iflas etti. İç savaşın galibi İlhan Selçuk’un yönetimine geçti, önemsizleşti ve öyle kaldı. Tirajı yarılanıp altmış binlere düştü, sonra onun da yarısına indi. “Küçük olsun benim olsuncular” kazanmıştı.
Cumhuriyet’te sorunlar gazeteyi 1924’te kuran Yunus Nadi’nin (1870-1945) ölümü ile başladı. Hisseler Yunus’un despot eşi Nazime ile beş çocuğuna kaldı. Gazetenin yönetimi ise Emine Uşaklıgil’in “evladı azam” diye tarif ettiği, isteksiz gazeteci Nadir Nadi’ye (1908-1991) geçti.
Nadir, babası gibi “mücadele ve kavga adamı” değildi ve gazeteciliği de sevmiyordu. “Sakin bir köşede Mozart’la beraber olmayı, Paris’te sonbahar yapraklarına basarak dolaşmayı hiçbir şeye değişmem” diyordu.
Önemli kararları annesi Nazime, o öldükten sonra eşi Berin almaya başladı. Nazime’nin demir bilekle idare ettiği aile mutlu bir aile değildi. Yetenekli bir gazeteci olan Doğan Nadi kendini içkiye verdi ve genç yaşta kanserden öldü. Kızlardan biri akciğer kanserinden tedavi gördüğü halde sigara içmeye devam etti ve yanlışlıkla naylon geceliğini tutuşturunca yanarak öldü.
İhtiyaç var ama çok uzağız...
Nazime son üç yılını yatalak, acı içinde geçirdi. Ölümünden hemen sonra, damadı Niyazi Nun dolabındaki elbiseler dahil evindeki eşyalarını haraç mezat sattırdı.
Leyla Uşaklıgil’in anne tarafından dedesi Cumhuriyet’in kurucusu olan Yunus Nadi, baba tarafından Aşk-ı Memnu’nun yazarı Halid Ziya Uşaklıgil’dir. Kendini “kızın kızı” olarak tarif eden romancı değil gazeteci dedesine çekti. Cumhuriyet’in Cumhuriyet olduğu son yıllarda gazetede müessese müdürü oldu. Girişimi önce başarılı oldu. Satışlar 120 bini aştı, gelir arttı. Ama darbe, devalüasyon, İlhan Selçuk’un başını çektiği hizipin tuzakları ve en önemlisi, ailenin ona arka çıkmaması hızını kesti.
Cumhuriyet’te iç kavgayı İlhan Selçuk ve destekleyicileri Atatürkçülerle Emine’nin başını seçtiği “özel sektörcüler” arasındaki bir çekişme olarak sunmayı başardı. Aslında çekişme “Darbeleri hoş gören ve hatta destekleyen, demokrasiye giden yolun darbelerden geçtiğine inanan” yaşlı hizip ile genç ve modern ekip arasındaydı.
O dönem gazetenin genel yayın yönetmeni Hasan Cemal, Emine ve Okay Gönensin’le birlikte reform hareketinin içindeydi. Ama daha devletçilikten ve resmi ideolojiden kopamamıştı. Kavga başlayınca kararsızlaştı. Vaktini daha çok gazete içi dedikodulara ve kendi yazılarına harcıyordu. İlk fırsatta gemiyi terk edip Sabah’a geçti.
Benim Cumhuriyetim adlı kitapta Emine bu dramatik öyküyü “elden bırakılamaz” bir stilde anlatıyor. “Benim hedeflediğim Cumhuriyet açık bir toplumu savunan bir Cumhuriyet idi” diyor Emine. “Bu Cumhuriyet insanların fakirlikten ezilmesine, kimlikleri nedeniyle horlanmasına, çevrenin hoyratça tüketilmesine karşı dururdu. Özgür düşünceyi savunurdu. Hukuk dışı uygulamaların takipçisi olurdu. Ve her şeyden önce asla gazete olduğunu unutmazdı.”
Böyle bir gazeteye bugün her zamankinden çok ihtiyacımız var. Ve böyle bir gazeteden en çok bugün uzağız.