Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Son yıllarda dünyada dolar cinsinden krediler (borçlanmalar) muazzam miktarda arttı. ABD kaynaklı finans krizi dünyanın birçok ülkesinde likidite, yani nakit, darlığı yarattı. Bu, dolara olan talebi artırdı ve değerinin yükselmesine neden oldu.
Bu olgu özellikle yüksek dış borç sahibi, petrol gibi emtiaların ithalatçısı olan azgelişmiş ülkeleri sıkıştırıyor.
Türkiye bu ülkelerden biridir. Dolar bu nedenle Türkiye’de hızla yükseliyor.
Türkiye kalkınmakta olan ülkeler arasında, Rusya ve Çin’i saymayacak olursak, en çok kısa vadeli borca sahip ülkedir. Kalkınmakta olan ülkeler arasında rezervlerine göre borcu en yüksek olan ülkedir. İthalatının ihracatını karşılama yeteneği en düşük ülkelerden biridir. Türkiye riskli bir ülke olarak algılandığı için yatırımlar dolara çevriliyor, ülkeden kaçıyor.

Dolara ihtiyaç var
Türkiye’nin, hem kamu hem de özel sektör olarak çok dolara ihtiyacı var. Bunu temin etme şansı az. Bu ikisinin uyuşmazlığı doların yükselmesine neden oluyor.
Türkiye’nin dış borcu 288 milyar dolardır. Bunun yüzde 96’sı dolar cinsindedir. Kısa vadeli borç toplamı 116 milyar dolardır.
Türkiye’nin rezervleri, yani Merkez Bankası’nın hesabında bulunan döviz miktarı, 76 milyar dolardır. Rezervlerin borca oranı yüzde 153’tür. Bu oran IMF veya AB ile mali destek görüşmeleri içinde olan Macaristan’da yüzde 129, Ukrayna’da yüzde 90’dır.
Merkez Bankası dün dövizin yükselişine gem vurmak için her gün açık artırmayla 50 milyon dolar satacağını açıkladı. Geçmiş deneyimlerden biliyoruz. Küçük olduğu için bu aktivitenin doların değeri üzerinde yapacağı etki marjinal olacaktır.

Ebediyen yükselemez
Kısa vadeli borç ödemeleri yüksek olan kalkınmakta olan ülkeler dolar borçlanmak ve dolar karşılığında varlık satmaya kuvvet verip döviz elde etmek zorundadırlar.
Dolar ebediyen yükselemez. Yükselişi ne zaman duracak? Kalkınmakta olan borçlu ülkeler temerrüde düştüklerinde, yani “Ben bu borçları ödeyemiyorum, ödemeyi durduruyorum arkadaş” dediklerinde. Ya da Uluslararası Para Fonu (IMF) veya Avrupa Yatırım Bankası gibi kaynaklardan destek aldıklarında.
Türkiye’nin önündeki en gerçekçi ve belki de tek seçenek IMF ile anlaşma yapıp fonun kaynaklarından yararlanmaktır. Çünkü Türkiye’de hükümetler kendileri reçete yazmaya muktedir değildirler -en iyi bildikleri iş, dış örgütler tarafından yazılan reçetelerle ekonomiyi yürütmektir.
Bol şans Türkiye! İhtiyacın var.