Hatırlayacaksınız. Geçenlerde bir yazımda üst düzey bir Türk bankacısına atfen HSBC’nin önümüzdeki 10-20 yıl içinde en iyi durumda olacak bankalardan biri olacak dediğini yazmıştım.
Citigroup ise, işlerin daha da kötüye gitmesi halinde, ABD hükümeti tarafından el konulacak bankaların başında geliyor.
Bu konuyu neden açtığıma gelmeden önce... Uluslararası bankaların sırat köprüsünden geçmekte olduğu bu günlerde hangi bankanın başına yakın gelecekte ne geleceğini bilmenin neredeyse imkânsız olduğunu biliyorum. Bankalar gerçek mali durumlarını hala gizli tutuyorlar.
Ama biliyoruz ki bazı bankaların borçları aktiflerinden fazladır, bazılarının ise aktifleri borçlarından. Türkçesi: Bazıları iflasın eşiğindedir, bazıları değil. Ama hangisinin hangisi olduğu muammadır.
İki ayrı sınıf
Bunu biz ölümlüler değil bankalar bile bilmiyorlar. İnterbank faaliyetlerinin felç durumunu koruyor olmasının (yani bankalar birbirlerine borç alıp vermekte bile olağanüstü çekingen davranmaları) bu nedenledir.
Bu çerçevede, HSBC ve Citigroup iki ayrı sınıftadır. Ve bunun böyle olacağının ipuçları Türkiye’ye giriş için ödedikleri “duhuliye” de saklıydı ama zamanında göremedik. En azından, ben göremedim. HSBC, 2001’de, devletin el koymuş olduğu Demirbank’ı satın alarak piyasaya girdi. Bankanın yüzde yüzü için 350 milyon dolar ödedi. Ama sıkı pazarlıklardan ve Demirbank’ın içindeki kötü varlıkları ayıklayıp devlete bıraktıktan sonra. Bankacı bir arkadaşımın deyimiyle “Kemiksiz et aldılar.”
Aradan beş yıl geçti. ABD’deki konut kredilerinden kaynaklanan krizin patlamasına 11 aydan az zaman kala, Citigroup Akbank’ın yüzde 20’sine 3.1 milyar dolar ödedi. Yani HSBC’nin Demirbank’ın tamamına ödediği paranın neredeyse on mislini.
Ölümüne istiyordu
Bu kadar da değil. Citigroup, ileride payını satmaya karar vermesi halinde Akbank’ın sahibi olan Sabancı ailesine “ön alım ve ön teklif hakkı” verdi. Ayrıca piyasadan hisse toplayarak Akbank’taki payını yüzde 20’nin üzerine çıkarmamayı taahhüt etti. Bankanın yönetimine de karışmayacaktı. Yönetim kurulunda bir temsilci olacaktı ama oy hakkına sahip olmadan.
O zamanlar bu ortaklığın eşit olamayan iki banka arasında yapıldığı izlenimi vardı: Citigroup dünyanın en büyük finansal grubu olan dev, Akbank “küçük” bir Türk bankasıydı.
Şimdi insan gerçek durumun tam tersi olduğunu anlıyor. O günlerdeki çılgın banka alma furyası içinde Citigroup, Akbank’ı almayı o kadar ölümüne istiyordu ki, fiyat dahil, Erol Sabancı’nın bütün taleplerine “tamam” dedi.
HSBC akıllı ve zamanlı davranmış, herkesin Türkiye’den uzak durduğu bir dönemde, tutumlu olarak Türkiye’ye girmişti. Citigroup ise herkesin akın ettiği, fiyatlarının rekorlar kırdığı bir dönemde, hovarda giriş biçimini seçti.
Öyle anlaşılıyor ki bu tavır (tutumluluk/savurganlık) bu bankaların genel bir karakteristiği idi. Bu bugünkü mali durumları eskiden aldıkları bu gibi önemli kararların toplamının bir sonucunu aksettiriyor. Herkes Mersin’e giderken tersine gitmek iş hayatında çok kârlı olabilir.