Bir virüs dünyayı ele geçirebilir mi?
Bilim ve teknoloji çağında bu elbette mümkün değil. Ama bir virüs, dünyaya acının ve üzüntünün coğrafyasının olmadığını gösterdi. Küresel bir sorun karşısında ülkelerin dayanışmasını, bilginin küreselleşmesini sağladı. İnsanlara da varlığını tehdit eden bu felaket karşısında ne yapması gerektiğini öğretti.
Koronavirüs, şu anda yüz binlerce kişiyi enfekte etmiş ve binlerce kişinin yaşamını yitirmesine neden olmuş durumda. Öyle ki; dünya genelinde koronavirüs pozitif vaka sayısı 600 bin sınırını aştı. 30 binin üzerinde insan hayatını kaybetti.
Virüs’ün ortaya çıktığı Çin, vaka ve ölüm olaylarının en çok yaşandığı ülke değil artık. ABD’de de vaka sayısı 124 bini aştı. İtalya ise 10 binden fazla kişinin hayatını kaybetmesiyle dünyada Koronavirüs nedeniyle en fazla ölümün yaşandığı ülke oldu.
Son üç aydır dünyayı altüst eden virüsün aşısı ve ilacı yok. Ama mevcut bazı ilaçların etkili
Yönetimde şeffaflık; aldığınız kararların gerekçelerini, sonuçlarıyla birlikte masaya yatırabilmek, özeleştiri yapabilmektir. Neyi neden yaptığınızı açıklayabilmek, eyleminizin hedefinden bir sapma olmuşsa bunun sorumluluğunu taşıyabilmektir. Gerekçelerinizi de “ama”, “fakat” demeden, başka etkenlerin sonuç üzerindeki etkilerini öne çıkarmaya çalışmadan yani bahanelerinizin arkasına saklanmadan açıklamak zorundasınız.
İstediğiniz ve fazlasıyla bulduğunuz desteği sağlayan kitlelere, taraftarlara, üyelere bu açıklamayı yapmak da yetmez. Bu açıklamaları/özeleştiriyi yapmadığınız gibi bir de o insanları başka gerekçelerle bambaşka hedeflere yöneltiyorsanız, kendi hatalarınızla yüzleşmek yerine insanları olan bitenden başkalarının sorumlu olduğuna ikna etmeye çalışıyorsanız, hep bir komplo hep bir kumpas olduğunu savunuyorsanız ortada ne şeffaflık kalır ne doğru hedeflere yönelmiş kitleler.
Ortada manipüle edilmiş insanlar, gizlenen gerçekler, ulaşılması bir başka bahara kalmış masalsı hedefler kalır.
Ve bunlarla
Deprem bölgesine yardıma koşan “isimsiz kahramanları” sayfalarımıza taşırken, manşetimizi hiç tereddütsüz “Türkiye size minnettar” diyerek attık. Aynı minnettarlığı, deprem bölgesinde canla başla çalışan sadece Milliyet muhabirleri adına değil, bölgede görevlendirilen bütün meslektaşlarımız adına da hissettik
Türkiye insanı güzeldir; doğal bir felaketin yaralarını ülke olarak, hep birlikte sarmaya çalışmanın önemine vakıf olmuş, ortak bir ruh ve bilinçle hareket ederek tarihin sayfalarını bu milletin kahramanlıklarıyla doldurmuş, kültürel bir mirasa sahiptir.
Olası bir depreme karşı afet politikalarımızın olup olmaması, eksiklerimiz, hatalarımız ayrı bir konu. Ama Elazığ’da yaşanan deprem, bize hâlâ insanın insana umudunun bitmediği bir yerde olduğumuzu hatırlattı. Jandarması, itfaiyesi, sağlıkçısı, vatandaşı, mültecisiyle deprem bölgesine koşanlar, sadece enkaz altındaki insanlara umut olmadı. Bize ekip ruhuyla çalışmanın önemini bir kez daha kanıtlamış oldular.
Doğu ve
Vatandaşın yanında olduğumuz tescillendiEkonomi Gazetecileri Derneği (EGD) tarafından bu yıl 11’inci kez düzenlenen ‘Ekonomi Basını Başarı Ödülleri’ törenle sahiplerini buldu. Törende Milliyet gazetesi ekonomi muhabiri Aylin Rana Aydin, hal ve market fiyatlarını karşılaştırdığı “Bize bir hal’ler oluyor” başlıklı haberiyle “Jüri Teşvik Ödülü’ne layık görüldü.
Ekonomi sayfalarını hazırlayan ekibimiz, Türkiye ve dünya ekonomisinde yaşanan gelişmeleri kaleme alarak, Türk ekonomi basınındaki “referans” gazete olma özelliğimizi sürdürdü. Yazarlarımız Zeynep Aktaş piyasa tahminleriyle, Ali Ağaoğlu gelecek öngörüleriyle, Cem Kılıç sosyal güvenlik yazılarıyla yıla damgasını vurdu.
Şiddete karşı mücadelemizin ödülü barodan
Ankara Barosu tarafından 2011 yılında hayata geçirilen “Gelincik Projesi” kapsamında, yılın başarılı gazetecileri belli oldu. Fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddete maruz kalan kadın, çocuk ve LGBTİ bireylerin uğradıkları şiddetle ilgili olar
2019 sadece Türkiye’de değil, dünya medyasında da son dönemin “en hareketli yılı” olarak kayıtlara geçecek. 12 ay boyunca, medya her zamanki gibi zamanla yarıştı. Ardı arkası kesilmeyen haberlerin peşinde koşturdu. Küresel hareketlenmelerin, dünyayı sarsan ekonomik ve siyasi krizlerin, mülteci sorununun, terörün, doğal afetlerin, alınan kararların, yapılan anlaşmaların yakın takipçisi oldu.
Ortadoğu, Batı’nın her zamanki gibi en önemli gündem maddesiydi. Türkiye’nin 9 Ekim’de başlattığı Barış Pınarı Harekâtı’nın ardından biz de Milliyet olarak, harekâtın siyasi ve askeri paradigmalarını doğru okumanın dünya tarihine not düşmek açısından son derece önemli olduğunun bilincinde gelişmeleri adım adım izledik.
Doğru haber ve analitik gazeteciliğimizi unutmadık. Bölgeye muhabirlerimizi gönderdik, yazarlarımızla süreci analiz ettik. Manipüle ve dezenformasyon amaçlı haberciliğin önüne geçmek amacıyla haberleri editöryal titizlikle okurlarımızla paylaştık. Dokuz gün süren harekâtta
Biliyoruz ki; Türkiye, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinde yer almakta. En şiddetlisini Erzincan’da 7,9 olarak yaşadık. 1900’lardan bu yana, 100’ün üzerinde depreme şahit oldu Türkiye. Gölcük depremi başta olmak üzere, binlerce insanımızı kaybettik. Buna karşılık felaketin travmatik sonuçlarını, yaralarını daima sarma gayreti içerisinde olduk, gönüllü olduk, seferber olduk. Daha da önemlisi; Tokat’ı Erzincan’ı, Muş’u, Diyarbakır’ı, Kars’ı, Van’ı, İzmit’i vuran hiçbir depremi unutmadık, unutturmadık.
HALKI UYARDIK
24 Eylül’de Silivri açıklarında meydana gelen 4,6 büyüklüğündeki deprem, foto muhabirimiz Ünal Çam’ın objektifine “İstanbulluları korkutan deprem” olarak yansıyınca, muhabirlerimiz Mert İnan, Gökhan Kam öncelikle depremin “Öncü mü münferit mi” olduğu sorusunun yanıtını aradı. Bazı deprem bilimciler, beklenen büyük depremi hatırlatarak bu depremin, ‘uyarı’ mahiyetinde olduğunu
Önce bir durum tespiti yapalım:
Türkiye’de son verilere göre; 4 milyon 900 bin göçmen bulunmakta. Bunların 3 milyon 634 bini geçici koruma kapsamında. İçişleri Bakanlığı’nın açıklamalarına göre; sadece İstanbul’da günde ortalama 600 kayıt dışı göçmen yakalandı. Bu yılın ortalarına kadar Türkiye sınırları içerisinde yakalanan toplam kaçak göçmen sayısı ise 163 bin. Suriyeliler hariç, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Özbekistan, Sri Lanka, Fas, Cezayir gibi ülkelerden Türkiye’ye kaçak yollardan giren göçmenlerin çoğu sınır dışı edildi.
Peki, neden Suriyeliler hariç? Çünkü Uluslararası kurallara göre; dünyadaki hiçbir ülke, geçici koruma kapsamındaki bir göçmeni sınır dışı edemez. Dolayısıyla her ülke kendi göçmen politikalarını oluşturarak bu soruna çözüm
“Biz S-400 alarak savaşa hazırlanmıyoruz. Barışı ve milli güvenliğimizi garanti altına almaya çalışıyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, savunma sanayiini geliştirmeye yönelik diğer tüm atılımların amacının da aynı olduğunu vurguladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemi tedarikinin keyfi değil, bir zorunluluk olduğunu, tamamen kendi toprakları içinde ve bölgesinde barışı koruma amaçlı olduğunu belirterek, “Biz, S-400’leri alarak savaşa hazırlanmıyoruz. Barışı ve kendi milli güvenliğimizi garanti altına almaya çalışıyoruz” dedi.
Erdoğan, gazete ve televizyon kanallarının genel yayın yönetmenleri, bazı yazar ve akademisyenlerle dün Vahdettin Köşkü’nde bir araya geldi.
Toplantıya Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın da katıldı.
S-400 tanıtım filminin gösterilmesinin ardından konuşan Erdoğan, daha sonra soruları yanıtladı. Türkiye’nin milli güvenliği ve egemenlik hakları bakımından önemli bir tartışma olan S-400 tedariki konusunda gösterdikleri onurlu duruş için basına teşekkür etti. Türkiye’nin uzunca bir zamandır, milli bir