Meriç Köyatası

Meriç Köyatası

merickoyatasi@hotmail.com

Tüm Yazıları

Cannes’da yatlar da yarışıyor


Cannes Film Festivali nedeniyle dünya jet sosyetesinin kalbi, her mayıs ayında olduğu gibi, bu yıl da Güney Fransa sahillerinde atıyor. Fransa’nın Cote d’Azur bölgesi, dünyanın en pahalı ve lüks otomobillerinden geçilmiyor. Monaco, Cannes, Saint Tropez kıyıları da, dünyanın en prestijli mega yatlarına ev sahipliği yapıyor.
Dünyanın en zenginleri arasında yer alan Microsoft’un kurucularından Paul Allen ile Rus milyarder Roman Abramoviç’in yatları, geçtiğimiz günlerde, Cannes’in hemen doğusunda Antibes Koyu’nda demirledi. Bu iki mega yatın aynı koyda yan yana demirlemesi de dünya basınının ilgisını çekti tabii.
Bu arada belirtmek isterim. Bundan 10 yıl kadar önce tüm Güney Fransa kıyılarını dolaştım. Bir denizci gözüyle, en çok beğendiğim dört yer vardı: Cannes yakınlarındaki Antibes, Monaco-Nice arasındaki Eze, Cannes-Saint Tropez arasındaki Saint Raphael ve Saint Tropez...
Paul Allen’in 126 metrelik Octopus yatı ile Abramoviç’in 115 metrelik Luna yatı, Antibes’de demir atıp dünya basını ve jet sosyetenin ilgi odağı olunca, bu iki teknenin teknik özellikleri de merak edildi. Her iki teknenin özelliklerini sizler için kısaca derlemeye çalıştım.

İçinde iki küçük denizaltı ve iki helikopter pisti var
Microsoft’un ortağı Paul Allen’in ikinci yatı olan Octopus, (ahtapot anlamına geliyor) dünyanın 12’nci büyük yatı. 2003 yılında Almanya’nın ünlü tersanelerinden Lürssen tarafından yapıldı. Boyu 126, eni 21 metre... Denizcilerin su kesimi dediği su altı derinliği 6 metre... Çelik sacdan inşa edilen teknenin dizaynı ve mühendisliği Espen Oeine Design, iç tasarımı da Jonathan Quinn Barnett ve Christian Grevstad tarafından yapıldı.
Teknenin ön ve arka güvertesinde birer tane helikopter pisti bulunuyor. Yeni mega yat trendinde iki helikopter pistinden bir tanesi tekne sahibi için, diğeri de misafirler ya da acil kurtarma timleri için düzenleniyor. Yatın iskele ve sancak bordalarına jet skilerin girebileceği küçük garajlar yerleştirilmiş. Üst güvertede havuzu ve basketbol sahası var. Yatta iki adet de küçük denizaltı bulunuyor. Bunlardan biri gezinti, biri de uzaktan kumandayla sualtı araştırmaları ve çekimleri yapmak için kullanılıyor. 2008’de refitten geçmiş yani iç malzemesi değişmiş, yenilenmiş. 9200 HP (beygir) dizel motoru var. 60 kişilik mürettebatı bulunuyor. 17 knot seyir hızı, 20 knot maksimum hıza sahip. 9 bin 932 ton ağırlığında. Sigorta eksperleri tekneye 220 milyon dolar civarında bir değer biçiyor.
Paul Allen’ın bu mega yatı Kuşadası ve Bodrum limanlarına gelmişti.

Teknik özellikleri sır gibi saklanıyor
Rus milyarder Abramoviç’in yatlarını izlemek epey güç. Teknelerini sürekli değiştiriyor. Ama her zaman en az üç teknesi bulunuyor. Benim izlediğim kadarıyla, eğer eski teknelerden birini satmadıysa halen dört teknesi var. Antibes’e demirleyen Luna, Abramoviç’in ikinci büyük yatı. Luna’nın anlamı iki tane: Biri, dünyanın uydusu Ay; diğeri de, Zeus’un kızı, Apollon’un ikizi Artemis...
Tasarımı Donald Starkey ve Newcruise Design’a ait. Almanya’da, Lloyd Werft ve Stahlbau Nord tersanesinde inşa edildi. Boyu 115, eni 18 metre... 2010’un nisan ayında Roman Abramoviç’e teslim edildi. İki helikopter pisti var. Çelik sac gövdeye ve alüminyum üst binaya sahip. Sigorta değeri 200 milyon dolar civarında... Teknenin daha detaylı teknik özelliklerini bulmak çok güç. Gerek tersanenin internet sitesinde, gerek Luna ile ilgili haberlerin yer aldığı yat dergilerinde, teknenin teknik özellikleri sır gibi saklanmış. Teknenin makine gücü, yakıt deposu hakkında bilgi bulunamıyor. Bildiğimiz sadece 40 kişilik mürettebatla dolaştığı...
Ancak enteresandır, Abramoviç, Luna’dan çok kısa bir süre sonra, sahip olduğu mega yat filosuna Eclipse’i katarak Luna’nın forsunu arka plana attı. 165 metrelik Eclipse, halen dünyanın en büyük özel yatı...
Ege kıyılarına sık sık geliyorlar
Tutulma anlamına gelen Eclipse dışında Ectasea
(85 metre) ve Sussura (49) metre sık sık Çeşme, Kuşadası, Bodrum kıyılarına geliyor. Ectasea yatı, son olarak 2010’da İstanbul’da yapılan uluslararası bir toplantıda üst düzey Rus yetkililere ev sahipliği yapmak için Çırağan Sarayı önündeydi.

Cannes’da yatlar da yarışıyor


Hulda Çeşme’de
Türkiye’nin yetiştirdiği önemli heykel sanatçılarından İlhan Koman’ın (Edirne 1921- Stockholm 1986) Hulda teknesi, 19 Mayıs’ta bir yıllığına Çeşme IC Marina’ya geliyor. Ünlü sanatçı, hayatının son 20 yılını ailesi ile Hulda teknesinde geçirmiş, tekneyi hem yaşam mekanı hem de atölye olarak kullanmıştı. 106 yaşındaki tarihi yelkenli, Çeşme Marina’nın sponsorluğunda bir yıl boyunca Çeşme’de sanat etkinliklerine sahne olacak. Bu süre içinde, İlhan Koman’ın ürettiği eserler sergilenecek. Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği yapılarak öğrencilere ve çocuklara yönelik sanat atölyesi çalışmaları yapılacak.
Yelken, deniz, sanat ve bilimin tarihi bir teknede buluşması, dünyaca ünlü bilim ve sanat insanı İlhan Koman’ın oğlu Ahmet Koman’ın girişimleri ile gerçekleşiyor. Hem denizci olarak hem de baba tarafından Edirneli olarak gurur duyuyorum. 2010 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’den İstanbul’a gelen Hulda yelkenlisini, uğradığı limanlarda ve İstanbul’da 40 bin kişi ziyaret etmişti.

KAPTANIN MUTFAĞINDAN
Cannes’ın istiridyeleri

Bu haftaki yazı konusu Cannes’daki mega yatlar olunca, Kaptanın Mutfağı da o bölgeden olmalı. Cannes’da bulunduğum süre içinde çok güzel yemekler yedim. Ama oradaki istiridyenin tadı hâlâ damağımda...
İstiridye doğal yollarla toplandığı gibi, Antik Roma döneminden beri de çiftlik olarak yetiştiriliyor. Atlantik’te, Akdeniz’de, Pasifik’te farklı istiridyeler var. En lezzetli ve en pahalısı da Fransa ve İspanya kıyılarında doğal olarak yetişeni...
İstiridye, içeriğindeki çinko nedeniyle afrodizyak bir besindir. Ünlü çapkın Kazanova’nın günde
50 istiridye yediği rivayeti üzerine rağbet görmeye başladı.
Hazırlaması çok kolay... İki ana tarif var. Çiğ olanı şöyle: Toplanmış istiridyeler bir tepsiye dizilir. Önceden ısıtılmış ve sonra kapatılmış fırında 30 saniye bekletilir. Böylece istiridyelerin kabukları açılır. Kabukları açılan istiridyeler kırık buz parçaları üzerine konur, taze limon suyu, karabiber ve biraz tabasco sosla servis edilir.
Gelelim pişmiş istiridyeye... İstiridyeler en çok iki dakika süre buğulama yöntemi ile pişirilir. Üzerine özel bir tereyağı sos dökülünce nefis olur. Özel tereyağı sosu için çok ince doğranmış üç adet arpacık soğanı, üç diş sarımsak, yarım kadeh beyaz şarap ve sirke, üçte ikisi buharlaşıncaya kadar tencerede kaynatılır (Ben bu sıvıya ekstradan bir tutam kadar çok ince kıyılmış dereotu ekledim). Kalan sıvı ılımaya bırakılır. Buzlukta soğutulmuş yarım bardak tereyağı küçük küpler halinde kesilir. Tereyağı hazırlanan sıvıya parça parça eklenir ve kıvama gelinceye kadar iyice karıştırılır. Üzerine biraz taze sıkılmış limon suyu tuz ve karabiber eklenir. Hazırlanan sos,
iki dakika buğulanmış istiridyelerin üzerine dökülür. Her iki tarif de Muscat üzümünden beyaz şarapla çok iyi gider.
NOT: İstiridye tariflerini 10 yıl kadar önce, Fransa’daki lokantalardan almıştım. Fotoğraf
ise İş Bankası Kültür Yayınları’nca çıkarılan Kate Whitman’ın “Balık Yemekleri” kitabından.