Birinci Cihan Harbi yıllarında yetim kalmış yüzlerce Osmanlı çocuğu zanaat öğrenmeleri için Almanya’ya gönderilmişti. Ama işler hiç yolunda gitmedi... Çoğu demir, çinko, kömür madenlerinde çalıştırılan çocuklar yetersiz besleniyor, kaçanlar Almanya’da sefalet ve serseriliğe sürükleniyordu
Berliner Tageblatt gazetesinde yayımlanan haberde, Osmanlı çocukların etnik kökenine dikkat çekilmişti.
Alman topraklarındaki ilk gurbetçiler, İkinci Viyana Kuşatması’nda esir düşen tahmini 500 Osmanlı’ydı. Çoğunun zoraki gurbetçiliği, din değiştirerek, Almanlaşarak son buldu. Onlardan rahip çıkanlar da oldu; bağını, bahçesini kurup şarap üretenler de...
Birinci Cihan Harbi yıllarının karanlık sayfalarında yazan başka bir zoraki gurbetçi gerçeğini, Nazan Maksudyan’ın ‘Toplumsal Tarih’te Mart 2014’te yayımlanan ‘Mavi Kep ve Pelerin’ başlıklı makalesinden öğrendim. O yılların Osmanlı çocuk ve gençleri konusunda araştırmalarıyla kitabı olan Maksudyan’ın yazısından özetleyerek aktarıyorum:
Birinci Dünya Savaşı’nda ardı arkası kesilmeyen çatışmalar Osmanlı’da binlerce çocuğu da yetim bırakmıştı. Darüleytamlarda (yetimler yurdu) sayıları 10 bini aşan ve her gün artan çocukların büyüyen masrafları yük olmaya başlamıştı. Ama Enver Paşa’nın bir planı vardı; 12-18 yaşlarındaki 5-10 bin yetim Almanya’ya gönderilecek, çocuklar burada madencilik, el sanatları, tarım öğrenecekti.
Deutsch-Türkische Vereinigung (DTV, Alman-Türk Derneği) Paşa’nın önerisini hayata geçirmek için istekliydi. Temkinli olan Alman Dışişleri’yse, fikrin işe yarayıp yaramayacağını önce birkaç yüz yetimle test etmeye karar verdi.
Almanya Ticaret ve Sanayi Odası, çıraklık yapacak çocukların hangi şehirde, kimin yanına yerleştirileceğini belirledi. Osmanlı’nın göndereceği 14-16 yaşlarındaki 314 çocuk İstanbul yetimhanelerindeki gönüllüler arasından seçildi.
Mavi pelerin, mavi kep
Çocuklar Nisan 1917 sonunda Sirkeci’den askeri trenle Berlin’e uğurlandı. Yolculuk 10 gün sürdü. İstanbul-Berlin’i 3 günde kat eden Balkan Sürat Katarı masraflı bulunmuştu.
Çocuklar, Berlin’e varışlarından kısa süre sonra Osmanlı Büyükelçiliği’nden Tahir Bey’in huzuruna çıkarıldı. Hepsine Avrupai mavi pelerinler ve mavi kepler giydirilmişti. Aynı gün çekilen fotoğrafı basan Berliner Tageblatt gazetesi, çocukların tiplerinden yola çıkarak, Ermeni, Yahudi, Anadolu, Arap, siyah gibi farklı etnik kökenlere dikkat çekmişti.
Çocuklar DTV tarafından farklı kentlerdeki ustalarının yanına gönderildi.
Madenlerde çıraklık yapacak 200 çocukluk yeni grupsa Anadolu yetimhanelerinden toplanarak aynı şekilde Berlin’e, ardından çalışacakları kendi maden bölgelerine gönderildi. Çocukların çoğu demir, çinko, kurşun, kömür madenlerinde çalışacaktı.
Anadolu yetimhanelerinden toplanan 500 yetimlik üçüncü grupsa Almanya’da ziraat çıraklığı yapacaktı. Alman yetkililer inceledikleri listedeki 500 çocuktan yalnızca 100’ünün kırsal kökenli olduğunu fark ederek listenin revize edilmesini istedi.
Maarif Nazırı Dr. Nazım, listenin yenileneceğini ve şehirli yetimleri değil, Anadolulu köylü çocuklarını göndereceğini vaat etti. 1918 ortalarında ancak 150 çocuk gönderilebildi.
Nazan Maksudyan’a göre, Almanya için bu proje Osmanlı nüfusu üzerinde etkili olma idealinin bir parçası; yarı sömürgeci bir zihniyetin eseriydi. Osmanlı’nın amacıysa binlerce yetimin masrafından kurtulmaktı. Gönderilen çocuklar özellikle başarısız, sınıflarını geçemeyenler arasından seçiliyordu.
İlk üç yıl maaş yok
Almanya, hangi şehirlerde ve hangi alanlarda çırak ihtiyacı olduğuna dair detaylı raporlar hazırlarken, Osmanlı yalnızca sayılarla ilgileniyordu.
Bu durum Alman ustaların, öğretikleri zanaat konusunda en ufak bilgi ve ilgisi olmayan beceriksiz çocuklarla yüzleşmesine yol açıyordu. İki ay içinde yetimlerin yüzde 25’i uygunsuzluk nedeniyle geri gönderilmişti. Kaçanlar, kaybolanlarla birlikte 1918 sonunda yetimlerin sayısı yüzde 40 azaldı.
Almanya-Osmanlı arasındaki mukaveleye göre çocuklar 3 yıl
boyunca ücretsiz yemek ve kalacak yer karşılığında çalışacak, dördüncü yıl kalfalık maaşı almaya başlayacaktı. Ustası çocukların iş kıyafetlerini karşılayacaktı. Ancak çocuklar mukavelede yer almasına rağmen ne günlük kıyafet, ne iç çamaşırı ne de yedek ayakkabı getirmişti. Eksikleri kapamak isteyen ustalar yaklaşık 100’er mark harcamak zorunda kalmıştı.
Darüleytamlardaki kalabalık ve açlıktan kurtulmak isteyen, maaşlı, kalifiye işçi olacağını düşünerek Almanya gönüllüsü olan yetimlerin çoğu hayal kırıklığı yaşıyordu.
Çoğu mutsuzdu
Aldıkları çıraklık eğitiminden memnun olmayan çocuklar kaçıyor veya ustasını dinlemiyordu. Örneğin Fürstenwalde’ye madende çalışmaya gönderilmekten mutsuz olan İstanbul Darüleytamı tornacı çıraklarından Mazhar ve Mustafa Osman kaçmıştı. Bir ustanın yanında zanaat öğreneceğini sanan çocuklar kendilerini bir kömür ya da demir madeninde buluyordu.
Goslar/Harz madenlerindeki çocuklar, Alman çocuklarla aynı yatakhaneye yerleştirilmişti. Böylece hızlı Almanca öğrenecekleri ve Alman çocuklarla kaynaşacakları düşünülüyordu. Ancak aralarında kavga dövüş eksik olmuyordu.
Asi yetimlerin elebaşları da vardı; biri “zenci Mehmed Tevfik” isimli çocuktu.
SÖMÜRGECİ YAKLAŞIM
Almanlar bu çocukların asiliğini sömürgeci bir yaklaşımla “yabanilik” diye tanımlıyor; onları çalışma, disiplin, itaat gibi değerlerden uzak görüyordu.
Ustalarının yanında zanaat çıraklığı yapan çocuklardan da hayal kırıklığı yaşayanlar vardı. Günde bir öğün yemeğin yanı sıra yediklerinin ne olduğunu bilmiyorlar, domuz etinden şüpheleniyorlardı. Çocukların ucuz domuz eti ve sosisini yememesi; savaş yıllarında pahalı
olan pirinç, şeker ve ekmek istemesi ustaları da sıkıntıya sokuyordu.
Çocuklar kaçmaya devam ediyor; bulunanlar görev yerlerine geri gönderiliyor, bazılarıysa bulunamayıp serseriliğe, sefalete sürükleniyordu. Çok azı da şehbenderliğe giderek geri dönmek istediklerini söylüyordu.
Savaş, İttifak Devletleri’nin mağlubiyetiyle sonuçlanınca, Alman-Türk Derneği yetimleri geri göndermeye karar verdi. 1919 ortalarında Almanya’daki Osmanlı asker ve diplomatları İstanbul’a götürecek Akdeniz ve Gülcemal vapurlarına yetimler de bindirildi.
Kentin sevilen simalarından Ahmed Talib, atölyesinin önünde.
Osmanlı Ahmed nasıl Doğu Almanyalı oldu?
Almanya’da mutlu olan Osmanlı yetimlerinden Ahmed Talib’se kendisi gibi yetim olan Anna Höhnow’la nişanlandığı için geri dönmek istememişti.
İstanbullu Ahmed’in babasının biri kalıp buz ve biri de Kadıköy’de ayakkabı boyası üzerine iki dükkânı vardı. 3 yaşındayken annesi ölen Ahmed’in babası da 1915’te Çanakkale’de şehit düştü. Babası yaşasaydı iyi bir eğitim imkanı olabilecek Ahmed, 14 yaşında hem öksüz hem de yetim kalmıştı. Alman-Türk Derneği’nin yetim çocukları eğitim için Almanya’ya gönderdiğini duyunca hemen gönüllü oldu.
ALMANCA ÖĞRENDİ
Diğer yetimlerle 10 günlük tren yolculuğuyla Berlin’e varan Ahmed, Brandenburg’taki Fürstenwalde’ye yollandı. Ayakkabı ustası Albert Pöthke’nin yanında çıraklığa başlayan Ahmed, hemen Almanca öğrendi, ortama alıştı.
Ahmed, 1923’te Pöthke yeni bir çırak aldığı için ustasının yanından ayrılmak zorunda kaldı. Birkaç yıl çeşitli işlerde çalışsa da sonunda işsiz kalınca ev eşyalarını satarak, parasıyla kendi küçük atölyesini açtı. Bu arada Berlin’de evlerde hizmetçi olarak çalışan Anna Höhnow’la nişanlandı. 1927’de çocukları Rudi Ahmed dünyaya gelince Almanya’da iyice kök saldı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkardığı 1312 sayılı kanunla İstiklal Harbi’nde savaşmadığı gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarıldı. Alman vatandaşlığına başvursa da işlemler uzadıkça uzadı. 1933’te Hitler’in iktidara gelmesiyle vatandaşlık şansı ortadan kalktı. Artık Ahmed bir haymatlostu. Ahmed’le Anna bu yüzden uzun süre evlenemedi.
Nazi’ler vatansız Ahmed’e göz yumsa da o artık diken üstündeydi; her an sınır dışı edilebilirdi. Bir Türk olarak da Nazi Almanyası’nda yaşamak zordu; bu yüzden ailecek mümkün oldukça gözlerden uzak yaşadılar.
1983’TE ÖLDÜ
Savaştan sonraki yıllarda Ahmed’e bazen yalnızca ikişer haftalık oturma izinleri verildi. Sonunda 1961’de Doğu Almanya vatandaşı oldu.
Ahmed, Fürstenwalde’nin sevilen simalarından biriydi. Ayakkabı ustası olarak oğlu Rudi de dâhil olmak üzere birçok çırak yetiştirdi. 1953 ve 1957’de torunları Beate ve Jörg doğdu.
Ahmed ömrünü inançlı bir Müslüman olarak tamamladı. Cami olmadığı için bayramlarda ailesiyle Protestan kilisesine gitti. 1983’de öldüğünde bir Kuran’la beraber Fürstenwalde’de defnedildi.
Ahmed Talib’in hikayesinde yine Nazan Maksudyan’ın yazısının yanı sıra ‘AnneFrank.de’ sitesinden yararlandım.
Ahmed Talib’in (önde) Almanya’daki ilk günleri.
Tunca Bengin
İsrail teröründe neredesiniz?
23 Aralık 2024
Abdullah Karakuş
‘Benim teröristim iyi’ çıkmazı
23 Aralık 2024
Hakkı Öcal
Suriye’de barışı önlemenin yolu: YPG’yi korumak
23 Aralık 2024
Eren Aka
Belediyelerin borç tartışması bitmiyor!
23 Aralık 2024
R.Hakan Kırkoğlu
2025 size ne getirecek? Yengeç | Jüpiter ile şans ve bolluk sizinle olacak
23 Aralık 2024