Onu Haziran 1996’da Beşiktaş’ta Ahtapot meyhanesinin önünde kalabalığa karışmış yürürken fark ettim. Daha avuç içi kadar olmasına rağmen, en küçük bir ürkeklik belirtisi göstermeden insan seline ayak uydurmuştu.
Korkusuzdu; dünyaya daha birkaç
ay önce geldiğine dair hiçbir iz taşımıyordu;
boyutu dışında.
Onu kaptım, birlikte
evimizin yolunu tuttuk.
Asil bir duruşu vardı; daha yeni izlediğim “Kraliçe Margot” filminden esinlenerek ona Margo dedim. Daha sonra “Bu nasıl kedi adı” diye pişman olsam da ismini
öğrenmişti bir kere.
1 yaşındayken annemin erkek kedisinden -ki adı Öküz’dü- 3 yavrusu oldu. Birkaç gün sonra Öküz,
peşinde Margo evde kaçacak delik arar hale geldi. Margo’nun üzerinde resmen terör
estirdiği Öküz’ü anneme geri
vermekten başka çare yoktu.
Badireler atlattı
Margo annelik duygusunu iyice pekiştirdikten sonra yavruları sevdiğim arkadaşlarıma verdim. Ve onu kısırlaştırdım.
Sayısı çok olmasa bile büyük badireler de atlattı. Bir kez farkında olmadan kuyruğunu sokak kapısına sıkıştırdım. Öyle böyle değil; evde derinden miyavlamasını duyduğum Margo’yu arıyor ama bulamıyordum. Sokak kapısının önünden geçtiğimde gördüğüm manzarayla dehşete düştüm. Margo’nun kuyruğu içeride, kendisi dışarıdaydı. Yeryüzündeki kedi cehennemini yaşayan Margo, kapıyı panikle açtığımda evin en ücra köşesine topukladı.
İki kez 6. kattan düştü. Sonuncusunda
15 yaşındaydı. Evde sert kapanan kapının
sesinden korkan pervazdaki Margo kendini
6 kat aşağıda bulmuştu. Aşağı baktık; o da
bize yukarı baktı, miyavladı. 3-5 gün
kendine dokundurtmadı. Sonra iyileşti.
Birkaç hafta öncesine kadar, çalan kapıya en hızlı yetişen oydu. Misafiri karşılamak değildi niyeti. Paket servisle gelen yemekti derdi. Pizza, hamburger, kebap...
En iyi mamaların hiçbiri yerini tutmazdı
bunların. Ne yiyorsam o da yemeliydi.
Kız arkadaşlarımı, aslında diğer tüm kızları sevmezdi. Ne zaman bir kadın misafirim olsa evimde; o ayrıldıktan sonra oturduğu yere işerdi. 2 ay önce bu eğiliminden arındı; ilk kez sevdiği bir kız arkadaşı bile oldu.
Bana bir kez çok kızdı ve küstü. Margo, tüylü bir kediydi. Yazın ferah olması için tüylerini kestirdim. Benimle 1 ay konuşmadı. Margo dediğimde kafasını başka yöne çeviriyor; karakter atıyordu. Sonunda affetti.
Emret Kraliçem
Zaman geçtikçe artık birlikteliğimizin sonuna geldiğimizi hissediyordum. 8-9 ay önce koltuğa, kanepeye tek başına çıkamaz hale geldi. Ama bir yere çıkmak istediğinde dibine kadar gelip, bir miyav çekmesi yeterliydi. Majestelerinin hep
hizmetindeydim.
Son birkaç ay geceleri birlikte uyuduk. Onu kucağıma alıp, tek başına çıkamayacağı yatağa götürüyordum. Kucağımda gecenin sessizliğinde yankılanan sonsuz mırrrlamasıyla dalıyordum.
Hareketleri her gün yavaşlayan Margo, vedalaşma vaktinin yaklaştığını haber veriyordu. Gözlerini gözlerime dikiyor, sessizce beni izliyordu. Artık her zaman gözümün önünde olacak şekilde konumlandırıyordu kendini. Son nefesini verirken mutlaka Margo’nun yanında olmak istiyordum.
Önceki gece gazeteden biraz geç çıktım. Eve vardığımda Margo, her zaman ilk gireceğim yer banyonun paspasına uzanmış beni bekliyordu. Dikkatlice kucağıma aldım. Kucağımdayken hiçbir zaman eksik olmayan mırrrlaması bu kez yoktu. Salona, kanepeye geçtik. Onu yavaşça bıraktım.
Artık zaman dolmuştu. Bana doğru
bir adım, sonra bir bakış attı. Uzun uzun
baktı. Kafasını çevirdi salonun ortasına doğru birkaç adım; sonra derin derin nefes aldı, verdi, aldı, verdi... Sevgili Margo bu dünyadan ayrılmak için beni beklemişti.