“Karayip Korsanları” serisinin kahramanı Jack Sparrow yaratılırken ilham kaynağı olan kişi aslında bir Karayip korsanı değil, Akdeniz korsanı İngiliz John Ward’du.
History Revealed dergisi John Ward’un İngiliz tavernalarından Türk korsanlığına uzanan ilginç hikâyesini aktardı.Yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1553’te doğan Ward, ergenlik yıllarını doğduğu Kent’in gelgitli sularında balık tutarak geçirdi. Gelecekteki yeteneğinin işaret fişeğini İspanyol Armadası’nın yenilgisi çaktı. Kraliçe I. Elizabeth, İspanyollara ait gemileri yağmalayanlara “korsanlık lisansı” vermişti. Ward da o yarı korsanlardan (privateer) biriydi. Kraliyet yağmanın yüzde 5’ini, İngiliz donanması yüzde 10’unu alıyor; kalanı gemi mürettebatı ve sahibi arasında paylaştırılıyordu.
Ward, korsanlık yeteneklerini tarih sayfalarında kaybolan bu yıllarında edindi. 1604’te İngiltere-İspanya savaşı sona erdi.
I. Elizabeth tüm korsanlık faaliyetlerini yasaklayınca işsiz kalan Ward ve diğer “lisanslı korsanlar” kendilerini yine içki ve kumara verdi.
Portsmouth tavernalarında takılan Ward, kulağına çalınan bir dedikodunun hayatını değiştireceğinden habersizdi. Limanda Fransa’ya yelken açmaya hazırlanan bir ticaret gemisinin ambarı Katolik bir tüccara ait değerli mallarla yüklüydü.
30 eski yoldaşını ikna eden Ward, gece yarısı baskınıyla gemiyi ele geçirdi. Ambarı denize açıldıktan sonra kontrol eden korsan eskileri şoke oldu; baskını haber alan gemi sahibi malını kıyıya taşımıştı. Tek kazançları tek direkli bu gemi oldu.
Scilly Adası yakınlarında karşılarına çıkan Fransız ticaret gemisine dost gibi yaklaşan Ward ve adamları ilk kez burada bayrak çekerek korsanlıklarını ilan etti.
Kısa sürede güvertesine çıktıkları gemiyi de kolayca ele geçirdiler.
Artık daha büyük bir gemileri vardı. Cornwall’a giden Ward, hayatlarının macerasını vaat ettiği bir grup kaçakçı ve balıkçıyı daha tayfasına katmayı başardı. Hedefleri egzotik zenginlikleriyle meşhur Akdeniz’di.
İngiliz korsan John Ward, en büyük başarısının ardından yaşadığı hezimet yüzünden ‘Türk olmak’ zorunda kaldı. Ward, Jack Sparrow karakterinin de esin kaynağıydı
ÖNCE CEZAYİR’E GİTTİ
İlk ödülleri malla yüklü bir ticaret gemisi, ikincisi köleyle dolu çift direkli bir nakliye gemisiydi. Ward, artık ganimeti değerlendirmek için rotayı on yıllardır korsan cenneti bilinen Cezayir’e çevirdi. Ama birkaç ay önce İngiliz korsan Richard Gifford’un saldırdığı Cezayir’de İngilizlerin sevilmediğini anlaması uzun sürmedi.
Ward da çareyi başka bir korsan cenneti Fas’ın Sale limanına sığınmakta buldu. İngiltere, Fransa kıyılarına hatta İzlanda’ya uzanacak kadar cü-retkâr Sale korsanları, kıyı kasabalarına saldırarak köylüleri köle pazarlarında satıyordu.
Sale’de İngiliz ve Hollandalı korsanlarla dostluk kuran Ward, mürettabatına güç katarak rotasını Tunus’a çevirdi.Ward’un 1605’te ayak bastığı Tunus, Osmanlı Dayısı Kara Osman tarafından yönetiliyordu. Güçlü bir korsan loncasını idare eden Kara Osman, Akdeniz boyunca ticaret gemilerine nefes aldırmıyordu.
Ward’un dişsiz, kaba sakallı, sefil kıyafetli korsanları, Tunus’ta şüpheyle karşılandı. Görkemli yeniçeriler ve heybetli leventlerin yanında gerçekten sefil görünüyorlardı. Ancak günün sonunda Kara Osman, Ward’un yeteneklerine ikna oldu. Ganimetten pay karşılığında onun Tunus’ta üslenmesine izin verdi.
Ward ve adamları Tunus’taki ilk yıllarında onlarca gemi ele geçirmeyi başardı. En büyüklerden biri 300 tonluk Rubin’di. İskenderiye’den Venedik’e baharat, çivit ve lüks mallar taşıyordu. Rubin’i Elizabeth, Charity, Pearl izledi...
Kara Osman, bu başarısını Ward’a Tunus’ta geniş bir arazi hediye ederek ödüllendirdi. John Ward’un yaptırdığı mermerlerle bezeli dev malikâne bir korsandan çok bir prense yakışacak güzellikteydi.
Ve o da zaten artık oryantal bir prense dönmüştü.
SONUN BAŞLANGICI
Nisan 1607’de gemileriyle Osmanlı kıyılarında gezinen Ward, ufukta büyük bir ticaret gemisi gördü. Takibe aldıkları gemiye yaklaştıkça gözlerine inanamadı. Karşılarında 1400-1500 tonluk Reniera e Soderina duruyordu. Ambarları Suriye’den yüklediği ipek, çivit ve pamukla yüklüydü. O kadar yüklüydü ki hafif rüzgârda manevra yapamayan gemi bir çırpıda Ward’un kucağına düştü. Gemiyi ele geçiren Ward ve adamları köle yaptıkları mürettebatını Tunus’ta sattı.
Reniera e Soderina’nın ele geçirilmesi Ward’un kariyerinde bir zirveydi. Ward, bu muhteşem gemiyi Tunus’ta baştan aşağı yenileyerek onu bir sa-vaş makinesine dönüştürdü. Yeni tayfalar aldı. Ama bu haliyle ilk yolculuğunun aslında geminin son yolculuğu olacağından haberi yoktu.
Top güvertesindeki yapısal değişimler gemiyi zayıflatmıştı. Yakalandıkları fırtınada batması uzun sürmedi. 350 adamı denizin dibini boylarken, Ward filosundaki küçük bir gemiyle kendini güç bela Tunus’a attı. Felaket, Ward’un Tunus’taki ününü de batırdı. Fırtınada sevdiklerini kaybedenler için bir nefret unsuru haline geldi. Umutsuzluğa kapılan Ward’un tek çaresi Kara Osman’ın korumasıydı.
O ARTIK YUSUF REİS’Tİ
1610’da Ward ve tayfası “Türkleşmeye” karar verdi. Müslüman olan korsanlar kalıcı olarak Tunus’a yerleşti. Yusuf Reis adını alan Ward, evlendi. Onu ilerleyen yıllarda gören biri, “Geçmişinin gölgesinde yaşıyor” diye tanımlamıştı; az konuşan, konuştuğunda sadece küfreden, sabahtan akşama kadar içen...
Yine de köklerini salmaya devam eden Ward efsanesi, yüzlerce yıl sonra Kaptan Jack Sparrow karakterine ilham kaynağı oldu.
Türk korsan olmanın dayanılmaz cazibesi
Türk diye sınıflanrınılan Berberi korsanlar, Kuzey Afrika’da Cezayir, Tunus ve Trablus’ta, Atlantik kıyısındaki Fas limanı Sale’de üslenmişlerdi. 16’ncı yüzyılda Oruç Reis, Barbaros Hayreddin Paşa gibi Osmanlı yöneticilerinin idaresinde faaliyet gösterdiler. İngiltere’nin 1604’te İspanya gemilerine saldırmayı yasaklamasıyla bu limanlara İngiliz ve Hollandalı korsan akını yaşandı. Çoğu, isim değiştirerek, Yusuf Reis, Murat Reis gibi adlar aldı.
O dönem Akdeniz’de Türk korsan olmak havalı ve düşmanların yüreğine korku salan bir kimlik kazandırıyordu.
Hollandalı asi Jan Janszoon da Murat Reis adını alarak Türk kimliğiyle Sale korsan donanmasının kaptanı oldu.
Murat Reis ve korsanları 1627’de gidiş dönüş 6 bin mil yol kat ederek İzlanda sahil köylerini bastı ve çok sayıda köylüyü köle pazarlarında satmak üzere Sale’ye getirdi. Birkaç gün sonra yine Murat adını alan başka bir “eski Hollandalı” yine İzlanda’yı bastı, 400 kişiyi satmak üzere esir aldı. İzlanda tarihine “Türk baskınları” olarak geçen bu iki hadise yüzünden Kuzey Kutup Dairesi içinde yer alan
ada ülkesinde Türk öldürmek “kâğıt üzerinde” yüzyıllarca serbest oldu.
10 yıl kadar önce yaptığım bir İzanda seyahatinde duyarak yazdığım bu hikâye geçen temmuzda İzlanda’daki milli maç öncesinde de gündeme gelmişti.
Hikâye, yaşından ötürü köle pazarında kimsenin satın almadığı İzlandalı bir rahibin zorlu yolculuktan sonra dönebildiği evinde kâğıda döktüğü anıları sayesinde başka bir yazıya daha konu olabilecek kadar çok ayrıntıya sahip.
Murat Reis,’in saldırıları İzlanda tarihinde derin izler bıraktı.
Korsanların demokrasisi
Korsanlık müessesesi, toplum gözünde her zaman barbarlıkla özdeşti. Şahsına münhasır bir şapka, tek göz üzerinde siyah bant ve tahta
bacak gibi aksesuarlarla süslense de korsanlar kan ve ölüm demekti açık denizde.
Gemileri açımasızca yağmalayan, esirleri köle pazarlarında satan ya da onlarla köpekbalıklarını besleyen korsanların modern demokrasiye katkısı her zaman gözardı edildi.
Korsanlığın altın çağı 1650’ler ve 1730’lar arasında özellikle Karayip korsanları görece liberal, eşitlikçi topluluklardı. İlişkileri karşılıklı güvene dayalıydı. Kaptanlarını kendileri seçerdi.
Çoğu, uzun istismar dolu kariyerlerin ardından korsanlığı seçen subaylar ya da sıradan denizcilerdi.
Ticaret şirketleri tarafından işletilen gemilerin kiralanmış kaptanları, işin tamamlandığını garanti altına almak için görevlerini diktatör gibi yapardı. Sınırsız yetkilerle donatılan kaptanlar, tayfalarını acımasızca cezalandırabiliyor ve bu da zaman zaman isyanla sonuçlanabiliyordu. Oysa korsanların demokratik düzeni şöyleydi:
1 - Kaptanlarını oylamayla seçerlerdi. Kaptanın yalnızca çatışma veya kriz anında mutlak gücü vardı. Rotalar, saldırılacak gemi ve yerleşimler oylamayla belirlenirdi.
2 - Korsan konseyi yani mürettebat görevden alma, yerine başkalarını atama yetkisine sahipti. Mürettebat istimar edici veya zayıf kararlar verdiğini düşündüğü kaptanı görevden alabilirdi.
3 - Kontrol ve fren mekanizması vardı. Oylamayla seçilen serdümen, bir tür başbakan gibi görev yapardı. Yağmanın eşit paylaşımından sorumluydu. Cezaları da o infaz ederdi. Mürettebatla kaptan arasında köprüydü.
4 - “Sağlık sigortası” vardı. Savaş ve yağmada yaralananlara tazminat verilirdi. Mesela sağ ve sol kolların kaybı ayrı miktarlarda para veya altınla tazmin edilirdi. Bu para ortak bir havuzdan karşılanırdı.
5 - Ganimet, yetenek ve görevlere göre adil bir şekilde paylaşılırdı.