Anadolu’da tarımın gelişmesinde rol oynayan, insanlığın en eski içeceklerinden bira insan topluluklarının birlikteliğini pekiştirmişti
En az 12-13 bin yıllık bir tarihi olduğu bilinen bira nasıl keşfedildi? Yanıtı asla bilinemeyecek bir soru. Varsayımların tamamının temelinde “tesadüf” kavramı var. Anadolu Efes’in bir etkinliği kapsamında Anadolu’da biranın arkeolojisini bu konuda en yetkin isimlerden arkeolog Doç. Dr. Güneş Duru’dan dinleme fırsatı buldum.
Redd grubuyla müzisyen kimliğini tanıdığımız Duru’nun bilim insanı kimliğiyle de bu etkinlik sayesinde tanıştım. Aşağıdaki satırlar tamamen Duru’nun aktarımından derlenmiştir.
Günümüz dünyasının birçok alışkanlığının arkasında biranın keşfiyle gerçekleşen bazı süreçler olduğu sanılıyor. Bira modern hayatın temelini sağlayan tarımın gelişmesinde rol oynamış; yerleşik yaşamı ve insan ilişkilerini düzenlemede de merkezi bir ürün olmuştu. Dünyanın farklı yerlerinde ve dönemlerinde sosyal organizasyonun, toplumsal refahın, topluluğu birlikte tutan dinamiklerin merkezindeydi. Arkeolojik veriler biranın ziyafetler, törenler ve ikramlarla yakından ilişkili olduğuna işaret ediyor.
Taş kaplarda sunuluyor
İlk yerleşik toplulukların, dış yüzeyi yaban hayvanları ve çeşitli motiflerle bezeli, sıvı taşımak için kullanılmış olan taş kap ve kaselerinin ziyafetler, törenler ve ikramlar gibi faaliyetleri ve bira tüketimini gösterdiği düşünülüyor.
Bu kaplar, Kuzey Suriye’de Orta Fırat Bölgesi’nden, Batman ve Urfa’da, Göbeklitepe’nin de içlerinde olduğu, birbirinden yüzlerce kilometre uzakta olan birçok yerleşmede bulundu.
Farklı toplulukların uzun mesafeler kat ederek, belirli aralıklarla bir araya gelirken, diğerlerini etkilemek için birayı bu etkileyici taş kaplarda sundukları tahmin ediliyor.
Bira insanlar arası ilişkileri, bu ilişkilere aracılık eden kültür öğelerini de beraberinde etkilemişti. İçinde biranın olduğu aktivitelerin ortak/kamusal mekanların ortaya çıkmasında rol oynadığı düşünülüyor.
Radikal bir kırılma
Arkeologların ulaştığı bitki DNA’ları, siyez buğdayının Göbeklitepe ve Nevali Çori’nin bulunduğu coğrafyada evcilleştirildiğini, arpanınsa Ürdün’den Suriye’ye, daha sonra Anadolu’ya geldiğini gösteriyor. İlk bira içen topluluklar, yabani arpa ve arpadan daha önce evcilleştirilmiş buğday birası ya da her ikisinin karışımından oluşan bir tür bira içiyorlardı.
Anadolu’da Aşıklı Höyük, Çatalhöyük gibi ilk yerleşik toplulukların arpayı kültüre etmesi ve yaygın olarak kullanmaya başlaması Anadolu bira tarihi için önemli bir gelişme oldu.
MÖ 7000’lerde çanağın bulunması ve yaygınlaşmasıyla birlikte insanların mayalı içecekler ve yiyeceklerle olan ilişkilerinde radikal bir kırılma oldu. Kısa süre içinde Neolitik topluluklar ateşe dayanıklı çanaklar da yapmaya başladılar.
Biranın yaygınlaşması, yaşamın, ticaretin bir parçası haline gelmesine ilişkin ilk net veriler Anadolu’nun Erken Tunç Çağı’yla görüldü.
Çift sıralı arpadan
Bugünkü Malatya sınırlarında, şu an Keban barajı suları altında kalan İmamoğlu Höyüğü’nde bulunan çanak parçası üzerinde, iki kişinin karşılıklı oturarak, ortalarında bulunan bir kaptan, uzun kamışlar yardımıyla bir şey içmekte oldukları tasvir edilmiştir. İçtikleri sıvı biradır.
Bira yapılmak üzere arpa, buğday ve malt ticaretine ilişkin yüzlerce tablet olması biranın o dönemde altın kadar kıymetli olduğunu düşündürüyor.
Sivas’ta kazılan Hitit yerleşmesi Kuşaklı’da çift sıralı arpa en yaygın kullanılan tahıldı. Bira imalathanesinde bulunan arpa taneleri, yerleşmede bulunan diğer arpa tanelerine kıyasla çok daha büyüktü. Bira yapımında kullanılan arpalar özel olarak seçiliyordu.
3200 yıl öncesine tarihlenen imalathaneden elde edilen veriler, burada biraya madımak katıldığını gösteriyor. Avrupa’da en erken 11. yüzyılda görülen ve yaygınlaşması 18. yüzyılı bulan şerbetçiotundan çok daha önce biraya tatlandırıcı ve olasılıkla ömrünü uzatmak için madımak katılıyordu.
Kamışla içerlerdi
Yine Sivas’taki Kuşaklı kazılarında günümüzden 3 bin yıl öncesine tarihlenen süzgeçli bir pipet uçluğu bulundu. Uçluk, Kuşaklı-Sarissa sarayının bira imalatı için ayrılan odasındaydı. Günümüzden neredeyse 5000 yıl önce Sümerler de birayı pipetle ortada duran derin ve ağzı dışarıya doğru açılan bir kaptan içiyordu. Bira hiçbir zaman yalnız içilen bir içecek değildi.
Bazı metinlere göre Traklar ve Frigler de uzunca bir süre birayı bir kamış boru yardımıyla geniş ağızlı kaselerden içtiler. Yine Kültepe’de Asur Ticaret Koloniler’i devrine tarihlenen mühürlerde de benzer sahneler görmek mümkündü. Bütün bu örneklerden anlaşılacağı üzere bira henüz dibine çökelti bırakan ve sadece daha sıvı kısımları içilen bir içecekti. Bu nedenle süzgeçli pipetler tercih ediliyordu.
Tanrılara adak
Sümerler için bira o kadar önemliydi ki, adı Ninkasi olan bir bira tanrıları bile vardı. Sümerler’in meşhur Gılgamış Destanı’nın yarı insan yarı hayvan kahramanı Enkidu’yu insana dönüştüren şey de ekmek ve biraydı. Belki de burada sözü edilen ekmek de son derece yaygın olarak tüketilen kekremsi bir tür malttan yapılan ekmekti. Pek çok çivi yazılı metin, Anadolu ile Mezopotamya arasında bu malttan yapılan ekmeğin ticaretinin yapıldığını yazar.
Sadece Sümerler değil, Hititler’d e de arpanın maltlaştırılması ile yapılan bir tür acı ekmek günlük tüketimin bir parçasıdır. Malt, yani çimlendirilmiş arpadan yapılmış bir tür yemek ve puding benzeri bir yiyecek de belirli törenlerde tüketilirdi. Arpanın çimlendirilmesiyle elde edilen malt sadece ekmek ve puding için değil, birada da giderek yaygınlaşmaya başlamıştı. Malt birası Hititler’in kutladığı 170 kadar bayramın merkezindeki içecekti. Üç gün süren yedi ayrı kutlamayı kapsayan Karahna törenlerinde halk tanrılara adak vermek zorundaydı. Boğazköy’de bulunan 3300 yıl öncesine ait bir tablet “yıl içinde onlara 4 sığır, 39 koyun, 24 ölçek un, 25 kap bira verirler” şeklinde.