Menderes Özel

Menderes Özel

menderes.ozel@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Ben Böyle Yol Görmedim Yolu”nda fal nasıl doğru çıktı


Bu aslında yıllardır aklımda olan bir geziydi ama yolculuk, hudut karakollarından birinde bir yıl olağanüstü şartlar altında yaşadığım o bölgeye ilk gelişimin (artı, eksi birkaç günle) 13’üncü yıldönümüne denk düştü; bu bir işaret miydi yine, 13 uğurlu sayımdı...
TEM’den Lüleburgaz, Pınarhisar, Poyralı üzerinden dağ yoluna girip önce Demirköy ve çevresini, ardından İğneada ve çevresini gezecek; bir gece kalıp aynı rotadan dönecektik, yaklaşık 520 km yaparak...
Yola çıkmadan bir gün önce tesadüfen yol arkadaşımın Susan Miller falına baktık, “4-5 Temmuz’da yolculuk, lastik, motor arızasından aksilik var” diyordu. Tarihler tutuyordu, şakayla karışık “eyvah” dedik.
Sabah yedide yola çıktık, TEM’in Aksaray bağlantı yolundan başlayarak gişelere kadar ve sonrasında birkaç ciddi kilometre, yolda sabah telaşı yaşanıyordu. Bağcılar, Esenler, Atışalanı’ndan bağlantı yoluna dökülmüş işçileri, İstanbul dışındaki fabrikaların servisleri topluyordu.

Birbirinden güzel virajlar
Yol, TEM’den 153’üncü kilometrede, Lüleburgaz’da kurtulduktan sonra başladı. Lüleburgaz’ın dış mahallelerinden birinin kahvesinde mola verdik. İki yabancıya kahvedekilerin çoğu selam verdi. Yaşlıca bir adam gelip yanımıza oturdu. TRT’de çalışırken bütün Anadolu’yu dolaştığını anlattı, motorumuzun hacmini, gücünü sordu; arada ona laf atanlar oldu, “Rahat bırak yolcuları” diye.
Kahveden kalktık. Pınarhisar’ı geçtik derken, “Neredeydi şu Demirköy sapağı” diye düşünürken, bakkalının önünü düzenleyen bir teyzeye sorduk. Kadın içimizi ısıtan bir yüzle “Hoş geldiniz yavrularım. Az ileride Poyralı’dan sapacaksınız. Yolda çok dikkatli olun” diyerek bizi uğurladı.
Poyralı’dan dağ yoluna girdik. Yol, Yıldız Dağları’nın en güzel ve gizemli köşelerinden birinden, Karadenizli Balkanlar’a uzanıyor. “S ötesi” virajlara henüz girmeden, şu ünlü manyetik alan bölgesinden geçiyoruz. Dört tekerlekli aracın vitesi boşa alındığında, en az bir ton ağırlığındaki kütleyi yokuş yukarı çekebilen bir manyetik alan bu. Çevresine “manyetik alan ormanı” denmiş, turizme katkısı olsun diye.
Dağ yolu sağlı sollu ormanlarla kaplı. Tırmanış ve inişte eşsiz virajlardaki tek tük araçlara çeşit çeşit ağaçlar eşlik ediyor. Bu yolun kışın birkaç gün kapandığı olurdu. Ama ağaçlar karda hâlâ buz ve kardan birer abideye dönüşüyor; tabi bir de sarı sonbaharda gelmek lazım...
Demirköy’e gelmeden, içinden akarsu geçen Türkiye’nin en önemli mağaralarından Dupnisa’ya çıkan yolun girişi solda kalıyor. Ancak mağaraya erişmek için fazladan bir 30 kilometreyi daha göze almak gerekiyor. Demirköy’den de uzun mu uzun bir yol çıkıyor Dupnisa’ya. Değer mi, değer...
Demirköy’de yemek molasından sonra çevre köylere uzanalım diyoruz. Ama önce Fatih’in İstanbul surlarını döven toplarını yaptırdığı dökümhane harabesinde bir mola. İnsan sarp yolu gördükten sonra topların nasıl İstanbul önüne getirildiğini düşünmeden edemiyor.

Minibüsün yanında devrildik
Artık Demirköy’den orman yolunu izleyerek Mutlu Dere’nin (Rezve) çizdiği Bulgaristan sınırına doğru, gidebildiğimiz kadar uzanmanın vakti geldi. Ama neredeydi şu rotamızdaki Yeşilce köyü. Bir minibüs geliyor, soralım. Yolcu alan minibüsün yanında durduğum an, iki kişi sağa devrildik. Artık motor bizim üzerimizde, biz şaşkın; minibüs kadrosu da öyle...
Falımız çıkmıştı. Motosikletim 13’üncü bin kilometresinde hayatında ikinci kez ve bu kez anlamsız bir şekilde yeri öpmüş, adres sormanın bedeli birkaç derin çizikle deposuna işlenmişti.
Orman içinde 12 km yoldan sonra Yeşilce’deyiz... Boş kahvede bir mola daha, ahali cuma namazında. Hudut bölüğünden birkaç asker iş güç için meydanda, ayaküstü laflıyoruz. Saat öğlenin ikisi ve yorgunuz. Kapağı bir an önce İğneada’ya atıp dört civarında denize gireriz diye düşünüyoruz.
Ormanın derinliklerini keşfi bir diğer geziye saklayarak İğneada’ya doğru yola çıktık; sayısız derenin üzerinden, ağaçların arasından geçerek, hayvan sürülerini yararak...
Ve İğneada’dayız. Konaklama için Özel İdare’nin kampını seçtik. Bir çift kişilik, iki tek kişilik yatağa sahip bir ev tuttuk. İçinde banyo, buzdolabı da olan evin gecelik kirası 25 YTL.
İğneada’nın 20 km’lik kumsalı insanı denize çekiyor. Sahil bir Karadeniz klasiği, deniz kabuklarıyla dolu. Kasabanın batı ucunda yer alan ve 100 yılı aşkın süredir aynı aile tarafından işletilen deniz feneri gemilere, teknelere yol gösteriyor.
Göller bölgesini kıskandıracak güzellikteki göl ve dereler, bitki ve hayvan çeşitliğinin hayat damarı. Longos (subasar) ormanı sadece bölgeye özel bitki ve ağaçlara da ev sahipliği yapıyor. Ve tüm bu güzellikler stres yumağı İstanbul’dan sadece birkaç saat uzakta...
Bu arada uğursuz gölgesi 10 yılı aşkın süredir İğneada’nın üzerine düşen metruk otel inşaatından artık kurtulmanın zamanı gelmedi mi? Belki de cennet köşede hakim ruh melankolinin tek nedeni bu uğursuz yapıdır. 

Batman yerine dublörü kullandı
Yönetmen Christopher Nolan’ın bu hafta gösterime giren son Batman filmi “Kara Şövalye”de Christian Bale’in canlandırdığı yarasa adam bu kez hayal gücünü zorlayan zımbırtılarının arasına Batpod adındaki motosikletini de soktu.
Batman’in çizgi roman, dizi veya film olsun daha önceki versiyonlarında da motosikleti olmuştu. Mesela 1966 yapımı dizide Batman, 1959 yapımı sepetli bir Harley Davidson kullanıyordu. Aynı yıl Batman bir Yamaha Catalina 250 kullanmaya başladı. Bunların ve daha sonraki Batman motosikletlerinin tamamına yakını güncel motosikletlerin modifiye haliydi; bunlardan hiçbiri Batpod’a benzemiyordu.
Nolan’ın ilk Batman filmi “Batman Başlıyor”da Tumbler Batmobile’i de çizen Nathan Crowley’nin tasarladığı ve cadde motosikletleriyle ancak uzaktan akraba sayılabilecek Batpod’un genel özellikleriyse şöyle: Ön ve arka tekerlekleri, Tumbler Batmobile’daki gibi 20 inç. Motor, tekerlek göbeğinde yer alıyor. Batpod el yerine omuz kullanılarak yön değiştiriyor.
Motosikleti sürmek için deponun üzerine uzanan Batman’in kolları, bir kalkanla koruma altında. Boşta kalan eller, Batpod’un muazzam silah gücünü kullanmak için devreye giriyor. Batpod’un silahlarıysa kancalar, küçük toplar ve makineli bir tüfek...
Film sürecinde altı tane Batpod üretildi. Bunlardan bazıları çekim sürecinde kullanılamaz hale geldi. Christian Bale bu motosiklete binemediği için çekimler sırasında Batpod’u dublör Jean-Pierre Goy kullandı.