İzmirli Efe Çakarel’in kurduğu MUBI, Paul Thomas Anderson’ın “Junun” belgeselinin dünya prömiyeriyle zirve tırmanışını sürdürüyor
Tokyo’da yağmurlu bir gündü. Genç adam oturduğu kafede yağmurun dinmesini bekliyordu. Bilgisayarını açtı; bir film bu zoraki mahkumiyeti zevkli bir hale getirebilirdi. Aradığı film ‘In the Mood For Love’dıve internette yoktu. O da kendi internetten film izleme platformunu kurmaya karar verdi. Bu platformda gişe rekortmenleri değil, bağımsız başyapıtlar olacaktı. O, genç bir Türk, Efe Çakarel’di.”
Aradan 5 yıl geçti. Bugün MUBI, 300 binin üzerinde abonesi olan bir dev. Üyeler arasında Coen Biraderler, Sofia Coppola gibi bağımsız sinemanın önemli yönetmenleri de var. Yönetmen Paul Thomas Anderson, yeni filmi, müzik belgeseli “Junun”un dünya prömiyerini, 9 Ekim’de MUBI’de yaptı. Bu, online platformun “şimdilik” yeni zirvesi. Sony ve Paramount Pictures’la dağıtım anlaşmaları olan MUBI’nin arşivinde “Susuz Yaz”dan Yılmaz Güney’e çok sayıda Türk filmi de yer alıyor.
Çakarel’in başarısı 21 Ekim’de New York Times’a verdiği röportajla taçlandı. Çakarel, Paul Thomas Anderson’ın, yeni filminin MUBI’de prömiyer yapmasını istediği epostasını görünce şoka girip, sandalyesinden düşmüş. Bilgisayarın karşısında tepinip, çığlıklar atınca tüm MUBI personeli, “Neler oluyor?” diye odasına üşüşmüş.
İzmirli Çakarel, röportajda çocukluğuna ilişkin ilginç bilgiler aktarıyor; “Çok basitti.8 yaşına kadar okuma yazma öğrenemedim. Ama her zaman matematiğim iyiydi. Lisede bende birşey gördüler ve Türkiye ulusal matematik takımına seçildim. Avrupa Matematik Olimpiyatı’nda üçüncü oldum. Bu bana dünyayı açtı. MIT burs verdi, Cambridge’e davet etti. 18 yaşımda MIT’e gittim. Hayatım böyle başladı.”
İnternetin göbeği
Eylül 1994’te, daha Netscape’in kurulduğu yıl MIT’e kapak atan Çakarel, kendisini internet denilen şeyin ortasında buldu.
Mezun olduğunda, her mühendis gibi diplomasıyla ne yapacağına karar verememişti. O da Stanford’da ticaret okudu. Goldman Sachs’ta yatırım bankacılığına başladı.
Ancak dünyanın sinema sanatına hakkettiği değeri veren online bir ortama, MUBI’ye ihtiyacı vardı: “Büyük sinemayla bağımızı kaybettiğimizi düşünüyordum. Artık yüksek bütçeli daha az film üretiliyordu. 10 yıl önce stüdyolar 400 film yapıyordu. Geçen yıl bu sayı 120 gibi bir şeydi. Sayıları azaldığı için daha da anaakım olmak zorundaydılar. Kaliteyi kaybediyorduk. Ben de stüdyo sisteminin hem içinden hem dışından kaliteli filmlere odaklanacak bir platform
kurmak istedim.”
MUBI’nin raya oturmasının ilk işaretiMartin Scorsese’yle oldu. Scorsese, Dünya Sinema Derneği’yle restore ettiği klasik filmlere yuva olarak MUBI’yi seçti.
Sinema başkenti
MUBI adı bir reklam ajansının icadı. “Bana küresel bir isim bulun” diye reklam ajanslarına başvuran Çakarel, beklediği yanıtı 9 ay sonra almış: MUBI. İngilizce sinema “movie”, “V” harfi yüzünden bazı dillerde doğru telaffuz edilemiyor. MUBI’ninse, hiçbir dilde anlamı yok; yalnızca Nijerya’da bir kent adı. Çakarel o kenti dünyanın sinema başkenti yapmaya karar veriyor. MUBI’nin Apple, Sony gibi hafızalara kazınacak bir isim olduğunu da düşünüyor.