Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih Aşık

Eren Güvener yıllardır birlikte çalıştığımız mütevazi, sevecen, herkesle barışık, çalışkan ve titiz bir arkadaşımız. Yıllardır gazete ve yazarlar aleyhine açılan her davada duruşmaya o çıkar. Tek bir gün bundan şikayet ettiği görülmemiştir. Uzun yıllar gece sekreterliği yapmış, bundan da yakınmamıştır. Eşi Zehra Erener de yıllarını Çapa Tıp Fakültesinde bilime vermiş bir bilim kadını... İnsanlar bu değerli yıllarını, geceyi gündüze katarak neden harcarlar? En başta sağlıklı, eğitimli, geleceği açık evlatlar yetiştirmek için değil mi?
Eren ve Zehra Güvener de yıllarını iki çocuk için harcadılar. Büyük çocuk Levent, uykusuz gecelerin, bitmeyen derslerin, sınav heyecanlarının cenderesinden inşaat mühendisi olarak çıktı. Kısa süre önce işe girdi. Ana - baba biraz nefeslendi. Bir delikanlıyı büyütüp aydınlık bir geleceğe hazırlamanın mutluluğu ve onuru içindeydiler artık. Bu gururun gizli keyfini yaşıyorlardı haklı olarak... Derken...
İnsan kılığında bir hayvan, otobüs direksiyonuna geçmiş bir trafik teröristiLevent'in içinde bulunduğu servis otobüsüne çarptı önceki gün. Levent'i öldürdü. Cehalet ve sorumsuzluk, günahsız bir aileyi ömür boyu dinmeyecek bir büyük acının içine attı bıraktı.
Tabii günahkar olan tek başına bu trafik teröristi değil. Trafik terörünün ülke çapındaki sorumluları... Bu ülkede anarşi yılda birkaç bir can aldığı için ihtilal oldu. Trafik terörü beş binin üzerinde kurban aldığı halde hiçbir şey olmuyor. Trafikle ilgili bir bakan bile yok. Kadermişcesine... Yakınını trafikte kaybeden yüreğine taş basıyor... Oturuyor.
İngiltere'de iki yıl önce bir manyak okul basıp 16 çocuğu öldürdü. Çocukların velileri toplanıp lobi yaptılar. Ve ülkedeki tüm ateşli silahları yasaklattılar. Türkiye'de neden trafik lobileri oluşturulmuyor. Neden insanlar hergün trafik terörüne kendini veya bir yakınını kurban verme tehlikesiyle burun buruna yaşıyor? Nedir bu koyun sessizliği... Ve aptal kadercilik..

Başka bir aşk istemez... Aşkınla yanan kalbimiz... Ey vatan, gözyaşların dinsin... Yetiştik işte biz... diye hep bir ağızdan ve yürekten söylenen Mülkiye Marşı'yla noktalanan gecede... Mülkiye 1964 girişliler... Hasret giderdiler...
Ankara Palas'ın tarihi salonlarında... 30 küsur yıl önce kaybettikleri akrabalarına yeniden kavuşmuş gibiydiler... Aslında birbirlerine pek çok akrabadan da yakındılar... Aynı sıraların, aynı okulun, aynı kültürün havasını birlikte solumuş insanlar olarak...
- Abi hiç değişmemişsin yahu, biraz saçlar beyazlamış!..
- Sende de biraz kilo var o kadar!..
yollu teselli ve küçük yalanlar... Kimilerinin yüzüne yıllar derin çizgiler eklemiş.. Kimileri yıllara meydan okumuş... Kimileri bakan, milletvekili (İstemihan Talay, Uluç Gürkan, Abdülkadir Aksu, gibi...) Kimileri müdür, genel müdür, öğretim üyesi... Şöyle hemen göze çarpanlar... Osman Birsen, Cem Duna, Recep Yüksel, Tayfun Kalkan, Samiye Aydar, Ömer Kürkçüoğlu, Baskın Oran, Ülker Serdaroğlu, Hüner Tuncer, Erdal Gölçüklü, Mustafa Gündeşlioğlu, Ömer Akan, Nimet Oğuztüzmen, İbrahim Özkartal (İbo), Savaş Aldoğan (Ayı), Savaş Dizdar, Kemal Baysal, Regent Zencirci, Ayhan Olcay, Tevfik Ketencioğlu, Mefharet Akan, İlhan Altuğ, Berrin Komsuoğlu, Gaye Köseoğlu, Zeynep Akıncı, Ali Akel (Şu anda adı aklıma gelmeyenler ve adını çıkaramadıklarım affetsin...) Kimi 64'lü siyasetçiler davete icabet etmemişti (M. Karayalçın, M. Keçeciler, gibi...) Kimi büyükelçilerimiz gelememişti (mesela: Daryal Batıbay, Alev Kılıç, Sumru Noyan, Ateş Balkan, Nabi Şensoy, Vekaa İnal, Ataman Yalgın ...) Kimileri mazeretliydi ( mesela: Osman Tokcan, Akın Komsuoğlu, Işık Alumur, Tuğrul Eryılmaz, Ömer Madra...) Kimi 64'lüler çok önceden aramızdan ayrıldı (Mahir Çayan, Vehip Borahan, Tanju Madra, Nursun Yakıştıran, Kaymakam Yakup gibi...) Kimileri zorunlu gurbette (Yusuf Küpeli misali...)
250 kişilik bu sınıf 30 yıldır Türkiye'nin siyaset, bürokrasi ve özel sektör zirvelerinde görev yapıyor. Aramızdan değişik siyasi görüşte arkadaşlar çıktı. Ama hırsız, vurguncu, dolandırıcı çıkmadı. Hocalarımız dürüst ve yurtsever insanlar yetiştirmiş. Hem onlarla hem sevgili okul arkadaşlarımızla iftihar ediyoruz... Ve her birine uzun ömürler diliyoruz.

Rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil'in bir hayat ilkesi vardı:
- Ben durup dururken mesele çıkarıp sonra o meseleyi çözmek için vakit ve enerji kaybetmem, derdi.
Çağlayangil'in bu ilkesini, Mesut Yılmaz'ın "Lebensraum" sözüyle Türk - Alman ilişkilerinde yeni bir sorun oluşması üzerine anımsadık. Kimi devlet adamı sorun çözer. Kimi sorunlara yenisini ekler. Sonra da diğer işleri bırakıp onu çözmeye çalışarak vakit geçirir. Bu arada dünkü Cumhuriyet, İstanbul'daki boru hatları toplantısına çağırılmayan Rusya'nın Kürt Kartını kullanmaya başladığını yazıyordu. Demek başımıza bir mesele daha çıktı... Daha da çok çıkar. Ve bunların içinden beş kuruşluk fayda çıkmaz.



Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr